22 Ekim 2016 Cumartesi

Türk Mitolojisindeki İyiliklerin Tanrısı Ülgen (Enlil) ile Şeytan Erlik (Enki)

Türk Mitolojisindeki İyiliklerin Tanrısı Ülgen (Enlil)

Sümer Mitolojisinden tanıdığımız Tanrı Enlil tüm kadim uygarlıkların mitolojisinde kendine yer bulmuştur. Türk mitolojisinde de kendisini Ülgen olarak görüyoruz. Peki kim bu Ülgen??
Türk mitolojisinde baş tanrı Kara Han'dan (Anu) sonraki en büyük tanrıdır. İyilik, merhamet, güç, cömertlik, bolluk, gıda ve verimli yağmuru sembolize eder. Ülgen’in anlamı “muhteşem”, Ulgan’ın anlamı “başı ve sonu olmayan” demek olduğu düşünülmektedir. Ülken kelimesi Kazakçada büyük ve ulu anlamlarını karşılar. Buryat dilinde “ülgen” kelimesi yerin sıfatı olarak “Ülgen – Jixe daida” harfiyen ”Ülgen – uluyer” demek olup aşağı yukarı “anamız yağız yer” anlamına gelir. Buna göre eski Şamanizm’de Ülgen’in yer tanrısına ad olduğu anlaşılır. İsminin yanında; ak, parlak, ışık, beyaz ışık, gök, göğün tanrısı, büyük mavi gök, tengri, tengere gibi lakaplarla da anılır Ülgen’e ait yazılı-kayıtlı bilgiler bulunmamaktadır, ancak ona ait bilgiler etnografya ve antropoloji tarafından sağlanmaktadır. Ülgen’i ifade ettiği düşünülen bazı kaya resimleri de mevcuttur. Ülgen, insanların koruyucusu ve iyiliğin sembolü olarak Kayra Han tarafından yaratılmıştır. Ülgen, Kayra Han’ın iyi ve merhametli yönünü yansıtmaktadır. Kayra Han zamanla belirsiz olmuş veya Ülgen ile özdeşleşmiştir. Yaratılış destanının bazı versiyonlarında Erlik’i Ülgen, bazılarında da Kayra Han cezalandırır. Bu durum özdeşleşme sürecinde bir geçiş evresidir. İnsanlara yardım etmek, onların rahat yaşamasını sağlamak Ülgen’in başlıca görevidir. Evrende mutlak bir üstünlüğü vardır. Rakibi kötülük ve yeraltı tanrısı olan Erlik (Enki )bile ne yaparsa yapsın onu alt edemez. İyiliği sevdiğinden insanlara beyaz taş ve kara taşı birbirine sürterek ateş yakmasını öğretmiştir. 
Yerdeki mekânı Altın Dağ’dır. Altın Dağ’da altından kapısı olan sarayda altından bir tahtta oturur. Göğün 16. katında oturduğu söylenir, fakat her Şamanist toplumda göğün katları değiştiğinden oturduğu yer de topluma göre değişir. Şamanın önce yeraltına inip sonra gökyüzüne çıktığı ayinlerin olduğu toplumlarda 7 yerde 7 gökte olmak üzere toplam en az 14 katın olduğu tasarımda 12, 13, 16, 17. katta, Ural dağlarına yakın, Şamanın yere inmeden göğe çıktığı toplumlarda 7. veya 9. katta oturur. Oturduğu yer ışığın tüm gücüyle parladığı, zamanın ve mekânın olmadığı bir yerdir. Şaman göğün katlarındaki zorlukları aştığında Ülgen’in yanına gelir ve ona dua eder. Bazı toplumlarda Şaman son kata giremez ve bir önceki kattan duasını eder. Ülgen Şaman’a kabul edilen ve edilmeyen duaları, yaklaşan kuraklığı, kötü hasadı, hayvanların çoğalma durumunu, yaşanılacak kötü durumlar karşısında alınacak tedbirleri iletir. Haberleri alan Şaman da Ülgen’in buyruğunu insanlara iletir. Şaman, Ülgen’in yanına çıkarken yedi veya dokuz engel ile karşılaşır. Ancak Şaman beşinci engel olan Demir Kazık’a (Kutup Yıldızı) kadar ulaşabilir, ötesine geçemez. Göğün hâkimi olduğundan göksel (meteorolojik) olayların da kaynağıdır. Diğer mitolojilerde olduğu gibi baş tanrı olarak yıldırımlara sahiptir, silah olarak kullanır. Yıldırımlarının düştüğü yer kutsallık kazanır. Yıldırımlarını ise Türkler tarafından çok önem verilen silah olan yay ile gönderir, yıldırımlar ok görevi görür. Görünüş olarak genelde insan görüntüsüyle tasvir edilir, fakat beyaz-boz kurt, kartal, kaz, kuğu ve alageyik olarak dönüşüm geçirebildiği de bilinir. Yaratılış destanında suların üzerinde uçan bir kaz olarak, Şamanlara dünyada görünürken bozkurt şeklinde görülür. Uzun boylu, uzun saçlı ve geniş gövdelidir. Sakalı öylesine uzundur ki bazen sakalı ayağına takılıp Ülgen’i sendeletebilmektedir. 7 Göksel kahraman olduğundan mavi giydiği, geleneksel kalpak veya külah taktığı düşünülür. Ülgen‘in her zaman yanında olan ve ona hizmet eden yardımcıları bulunur. Bu ruhlardan öne çıkanlar; Yayık, Suyla, Karlık, Utkıçı’dır. Ailesi geniş bir tanrıdır. Kayra Han’ın teklik, cinsiyetsizlik, her iki cinsin özelliklerine sahip olma gibi vasıflar taşıyan yalnız ve yüce bir yaratıcı olduğunu bilmekteyiz.  
Türk mitolojisini Hint-Avrupa mitolojisine benzeten batılı araştırmacılar tarafından Yunan Helios ile özdeşleştirilir. Perslerin iyilik tanrısı Hürmüz’ün Ülgen’e oldukça benzediği de gözden kaçmamaktadır. Bu benzeşme Hürmüz’ün adının tanrı sıfatı Moğol mitolojisinde “Hormosta”, Türk mitolojisinde “Kurbustan” olarak yer alması şeklinde somutlaşır.15 Türklerden bazıları Mani dinini kabul ettiğinde Ülgen ile Hürmüz’ü özdeşleştirmişlerdir. Aynı şekilde Perslerde var olan dualizm, iyiliğin ile kötülüğün yenişememesi, eşit olmaları durumu, Türk etkisiyle iyiliğin üstünlüğüne dönüşür.


Erlik’in canı sıkıldı. Hele bir gidip şu insanları göreyim diyerek kalabalığın yanına vardı. Orada insanlardan başka yaban hayvanları kuşlar ve daha nice yaratıklar vardı. Erlik Tanrı bunları nasıl yarattı acaba bunlar ne yer ne içerler diye düşündü. O düşüne dursun insanlar ağacın yemişlerinden yemeğe başlamışlardı. Erlik baktı ki insanlar ağacın yalnızca bir yanındaki yemişleri yiyorlar öte yandakilere ellerini sürmüyorlar. İnsanlara bunun nedenini sordu. İnsanlar şu yanıtı verdiler: “Tanrı Ülgen bize şu yandaki dört dalın yemişini yemeği yasakladı. Biz yalnızca Tanrı’nın izin verdiği ağacın gündoğusundaki yemişlerden yiyoruz. Şu gördüğün yılan ile köpek yasak yandaki yemişleri yemememiz için bekçilik ediyor. Bundan sonra Tanrı göğe çıktı. Beş dalın yemişi de bizim aşımız oldu”

Bu yanıt Erlik’i sevindirdi. Erlik Körmös insanlardan Törüngey denilen erkeğe yaklaştı. Ona “Tanrı size yalan söylemiş. Asıl yasakladığı yemişlerden yemeniz gerekir. Onlar daha tatlıdır. Bir deneyin; göreceksiniz” dedi. Erlik uyumakta olan yılanın ağzına girdi; ağaca çıkmasını söyledi. Yılan ağaca çıkıp yasak yemişlerden yedi. Doğanay’ın karısı Eje yanlarına geldi. Erlik Törüngey ile Eje’ye de yasak yemişlerden yemelerini söyledi. Törüngey Tanrı’nın sözünü tutarak yasak yemişlerden yemedi. Karısı Eje dayanamadı yedi. Yemiş çok tatlı idi. Alıp kocasının ağzına sürdü. Törüngey ile Eje’nin tüyleri birden döküldü. Utandılar. Kaçıp herbiri bir ağacın ardına saklandılar.

Derken Tanrı geldi. Bütün ulus kaçışıp bir köşeye gizlendi. Tanrı “Törüngey! Törüngey! Eje! Eje! Neredesiniz” diye haykırdı. Törüngey ile Eje “Ağaçların arkasındayız” dediler “Karşına çıkamıyoruz utanıyoruz”. Sonra olanları bir bir anlattılar. Tanrı bildiği şeyleri duymanın öfkesi içinde herbirine ayrı cezalar verdi. “Şimdi sen de Körmös’ten (Şeytan’dan) bir parça oldun” diyerek yılana verdi ilk cezayı. “İnsanlar sana düşman olsun; seni görünce vurup ezip öldürsünler!” dedi. Eje’ye döndü “Sen Körmös’ün sözüne uydun. Yasak yemişi yedin. Cezanı çekeceksin. Çocuk doğuracaksın. Doğururken de acı çekeceksin. Sonunda öleceksin ölümü tadacaksın”. Törüngey’e de şöyle diyerek cezasını verdi: “Körmös’ün aşını yedin. Benim sözümü dinlemedin Körmös Erlik’in sözüne uydun. Onun adamları onun dünyasında yaşar karanlıklar dünyasında bulunur. Benim ışığımdan yoksun kalır. Körmös bana düşman oldu; sen de ona düşman olacaksın. Benim sözümü dinleseydin benim gibi olacaktın. Dinlemediğin için dokuz oğlun dokuz da kızın olacak. Bundan sonra ben insan yaratmayacağım. Artık insanlar senden türeyecek.” (W. Radloff tarafından saptanan mit)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder