18 Ekim 2016 Salı

Ortaçağ ve günümüzde milis güçler: Suriye örneği





Suriye’deki savaşın yansımaları pek çok boyutta gerçekleşmektedir. Suriye, etkileri çok boyutlu olan bir mesele arz etmenin yanında, aynı zamanda yeni siyaset yapma biçimlerinin ve yeni savaşın da karakteristik özelliklerini yansıtan bir özellik taşımaktadır. 
Beni bu yazıya iten sebeplerden biri, özellikle Suriye ve Ortadoğu özelinde meydana gelen gelişmelerin, Ortaçağ dönemiyle –kısmen de olsa- benzerliğidir. Yanlış anlaşılmaya sebep olmaması için şunu belirtmem gerekli: Burada kastettiğim oryantalist bir bakış açısıyla Ortadoğu’yu bir bataklığa veya ‘Ortaçağ karanlığı’na benzetme çabası değildir. Bölgedeki gelişmeleri analiz etmek adına uzman, analist vb. sıfatlı insanların bu tarz söylemleri, yaptıkları analizlerinin dikkate değerliğini düşürüyor. Stereotypelardan sıyrılamamış bir zihnin sağlıklı değerlendirme yapması zordur.   
Benzerliğe gelirsek, savaşın bir siyaset yapma biçimi olduğu temelinden ilerleyelim. Şu an Suriye’deki mevcut savaş, tarafların saha performansları neticesinde yaratılan gerçekliklerin politikaya yansıtılması mücadelesi şeklinde gerçekleşiyor. Ortaçağ’daki savaş ve siyaset ortamı da buna benzerdir. Hukukun ve meşruiyetin geri plana atıldığı, sistemin sert güçle ve saha mücadelesesiyle kalıcılaştırılmaya çalışılmasını iki dönemde de görmemiz mümkün. Durum böyleyken sahada varlık gösterebilmeniz için belli başlı araçlarınız olması gerekli. Özellikle de pek çok devletin dahlinin olduğu Suriye gibi meselelerde bu araçları bilmek, savaşı anlamak için hayati bir önem taşıyor. Ortaçağ’da kesin zaferli savaşların azlığıyla günümüzdeki sıcak çatışmaların doğası birbiriyle örtüşmektedir.

Bugünkü Suriye ve Ortaçağ’daki milislerin aynı olmadığını, yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için belirteyim. Burada kastım, devletler açısından milislerin kullanışlığının artmasıdır. Yoksa Suriye’deki genelde mezhepçi çizgide olan milislerle Ortaçağ’da paralı asker, din savaşçısı, köylü, çiftçi gibi birlikler tam anlamıyla aynı değildir. Suriye’de süregiden savaşın bir iç savaş olması, bu makası biraz daha açıyor. 

Devletler bir ülkede kendi siyasetini uygulamak veya hissettirmek için çeşitli güç projeksiyonları yaparlar. En çok bilinenleri ise sert güç ve yumuşak güç projeksiyonlarıdır. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle beraber küreselleşmenin hızlanması  ve medyanın öneminin artması gibi sebeplerle yumuşak gücün ön plana çıktığını görmüştük. Fakat Suriye’deki durum, buna anti-tez teşkil edebilecek bir noktada duruyor. Uzun süredir uluslararası ilişkiler analizlerinden diplomasinin gücünden de çokça bahsedilirdi; fakat Suriye’de diplomasiye de bir rağbet olduğunu söylemek zor.

Tabii ki sadece Suriye’de değil; Ukrayna’da da bunu kısmen gördük. Rusya’nın bu ülkedeki savaşı fırsat bilerek Kırım’ı ilhak iddiası, yine sahanın gücünü gösterebilir. Tabii burada Rusya’nın gitgide siyasi-askeri devlete doğru bir kayışının yansıması var. ABD hegemonyasına alternatif olmak için kimi zaman rasyonelliği bir tarafa bırakabilen Rusya’nın agresif tutumunu, yukarıda anlattığım savaş ortamını düşünerek değerlendirmeliyiz. Richard Rosecrance'in ünlü "Dünyada iki sistem vardır; siyasi-askeri devlet/ticaret devleti" tezinin günümüzü okumada yetersiz olacağı görüşündeydim. Fakat Rusya'nın son hamleleri bu tezi doğrular nitelikte sanki. Putin, Rusya'nın büyümesi ve daha fazla güçlenmesi için temel stratejisini çatışmacı politikalar üzerine kurmuş görünüyor. Yani karma devletten siyasi-askeri devlete doğru bir gidiş söz konusu.

Suriye ve Ukrayna’nın yanında Kuzey Kore-Güney Kore gerilim hattı, Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki askeri faaliyetleri, gittikçe güçlenen ABD-Japonya askeri ittfakı gibi konuları düşündüğümüzde sert gücün dünya genelinde yükselen önemini görebiliriz. Şunu unutmamak lazım; zıtlıkları içinde barındıran bir dönemdeyiz. Teknolojik gelişmeler, nüfusun artması, etkileşimin artması gibi nedenlerle günümüzü okurken çok yönlülüğü hiçbir zaman elden bırakmamk gerekli. Her bölgenin kendine has özellikleri, her her devletin kendine has politikaları ve yöntemleri vardır. Benim burada anlattıklarımı ve anlatacaklarımı kesinlikle bir matematik formülü gibi değerlendirmeyin; hele de gerçekliğin gittikçe göreceleştiği bir dünyada. Basında yapılan en büyük hatalarından biri budur. Emekli büyükelçilerin böyle yorumlar yapmasını sahip oldukları memur zihniyetiyle açıklayabiliriz ama günümüzü anlamak isteyenlerin bu hataya düşmemesi gerekir.

Yukarıda söylediğim gibi bir ülkenin güç projeksiyonu uygulayabilmesi için çeşitli araçları kullanmak zorundadır. Bu araçlardan biri milis güçlerdir. Milis kavramının pek çok tanımı var ama bu yazımda ele alacağım boyutu devlet tarafından kullanılan sivil, yarı-askeri ve bazen de profesyonel olarak değerlendirebileceğimiz güçlerdir. Suriye’de Vekâlet Savaşının (Proxy War) aşıldığının izlerini görebilsek de bu savaşta taraf olan devletlerin destek mahiyeti, teşvik ettiği çeşitli yerel unsurların savaşa dahlini içerir. Zaman zaman da kendi politik, sosyolojik ve psikolojik kültürün elverdiği ölçüde geliştirdikleri propaganda araçlarıyla bütün dünyadan savaş için örtülü davet sunarlar. Bu savaşçılar, din, mezhep, para, ideoloji gibi nedenlerle hayatlarını feda etmekten çekinmiyorlar. 

Milis güçler genelde gayri nizami harp yaparlar. Asimetrik mücadele trendinin bütün dünyaya yayılması olarak tanımladığım bir dönemden geçtiğimiz için ani saldırılar yapabilen, hızlı, çevik, dinamik, mobilize birliklerin ön plana çıktığını görüyoruz. Buna dördüncü nesil savaş veya postmodern savaş diyenler de mevcuttur. Bir süper gücü bile sarsabilen bu yöntemler, devletlerin de iştahını kabartıyor haliyle.

Bu yeni nesil savaş ortamının milis gerekliliğini, güvenlik ve savaş analizlerine en büyük akademik katkıları yapan ABD’ye bakarak anlayabiliriz(Birleşik Krallığı’da unutmamak lazım). Daha önce Sovyetlere karşı Afgan mücahitleri destekleyen ABD, bugün Suriye’de kendi politikasına uygun düşündüğü PYD/YPG’yi destekliyor. ABD’de de dahil olmak üzere IŞİD’i kendi politik takvimine ve kurgusuna uygun hale getirmeye çalışan herkes kendine bölgede bir partner arıyor. Orta Çağ’da batıda İsviçleri paralı askerler; doğuda Orta Asya’dan getirilen ‘kölemen’ denilen Türkmenler gözdeydi. O dönemki İslâm ordularının hemen hemen hepsinde Türk atlı okçuları bulunurdu. 

Ünlü Hasting Savaşı’ndaki paralı Huscarl muhafız alayları, İspanya’da Aragon Krallığı bünyesinde yetiştirilen Almogavarlar, Haçlı Seferleri’nde hristiyan hacıları korumak ve yardım etme mottosuyla kurulan, kimilerine göre ilk gayri nizami harp yapan Tapınak Şövalyeleri, St. Jean Şövalyeleri, Töton Şövalyeleri (Daha sonra bu şövalye teşkilatları kralların ordularında da önemli bir pozisyon elde etmişlerdir. Genelde savaş yanlısı ve sert tutumlarıyla bilinirler. Haçlı seferlerinin sadece doğu kısmında değil; Avrupa kısmında da bu teşkilatlara rastlarız.), bölgelerinde kim güçlüyse onun askeri olan Berberiler, aynı anda hem hristiyanlar için hem de müslümanlar için savaşabilen Türkopol adlı yerel savaşçılar, İber paralı askerleri, Alman Tötonlara karşı direnen, Ruslar tarafından efsaneleştirilmiş Aleksandr Nevski’nin Rus milisleri, Orta Çağ’da krallar, soylular, hanedanlar ve devletler için kullanışlı milis güçleri için verilebilecek bazı örnekleridir. Orta Çağ’la ilgili çoğu kaynakta ‘savaş için birlikte yaşayan veya savaş için örgütlenmiş topluluklar’ yazılıdır. O dönemki savaşların önemli bir kısmı, yine bugün olduğu gibi Ortadoğu’da gerçekleşti.

Suriye söz konusu olduğu zaman insanların aklına genelde şii milisler gelir. Suriye Savaşı’nı bir mezhep savaşı olarak ele almaya insanları iten de bu şii milislerdir. Afganistan, Yemen, Irak, Lübnan gibi ülkelerden gelen İran destekli bu milislerin Hizbullah’la beraber rejimin bugüne kadar ayakta durmasını sağladığını söyleyebiliriz.

Suriye’de rejime karşı savaşan muhaliflere ise milis demek ne derece doğru tam emin değilim. Bir zamanlar çiftçi, öğretmen, esnaf olan halkın silahlı direnişe geçmesi ve bunlara ordudan ayrılan asker ve subayların da katılması, şii milislere nazaran çok daha doğal seyir içinde gerçekleşti diyebiliriz. Muhaliflerin Suudi Arabistan, Türkiye, ABD ve Katar gibi ülkelerden destek aldıığı biliniyor; fakat, bırakın koordinasyonu, verilen silahların yetersizliği bile muahliflere milis denmesinin önünde bir engeldir.

Bir devletin sadece silah verdiği gruplara o devletin milisi diyebilir miyiz? Bu da bir tartışma konusu olabilir. Bana sorarsanız olmaz. Çünkü o silahı alan grup, sırf silah veren devletin politikaları doğrultusunda bu silahı kullanacak gibi kesin bir cümle kurmak zor. Devletler açısından bazı güçlere silah vermek, sadece bir irade beyanıdır. Çünkü kendisine rakip bir gücün A ülkesinde faaliyetlerini yoğun şekilde artırması ve bu ülkedeki savaşta taraf olması, misilleme hakkı doğurur. Devletlerin mantalitesi genelde böyle işler.

Ortaçağ döneminde de kralların bahsettiğim yollarla kendilerine savaşçı devşirdikleri biliniyor. Günümüzde genellikle mezhepsel birlikler olarak gördüğümüz milisler, o dönemde paralı asker olarak karşımıza çıkıyor. Burada Haçlı Seferleri’ne bir parantez açmak gerekli. Eğitim müfredatlarımızda anlatıldığı şekliyle haçlıları düşündüğümüzde aklımıza sadece çapulcu sürüsü gelir ama kaynaklara baktığımızda gerçek öyle değildir. Gayet eğitimli, zırhlı ve savaşmayı bilen bir toplulukla karşılaşırız. Kılıçaraslan haçlılara karşı başarılı bir yıpratma savaşı yürütmüştür; fakat bu, haçlıların Antakya ve Kudüs’e ulaşmalarına engel olamamıştır. Elbette bu kadar büyük bir birliğin içerisinde çapulcular, maceracılar, suçlular vb. olacaktır. Ama bizim eğitim sistemimiz her konuyu stereotypelaştırarak anlatır. Batı’yı Oryantalist olarak suçlarken, kendimize de bakmalıyız.

Başka ülkelerden gelerek Suriye’de savaşan Şii milisler nedeniyle İran’ın ve Suriye rejiminin bu milislerin meşruiyetini sağlamak için Suriye muhalefetine “Suudi Arabistan’ın, Türkiye’nin, Katar’ın, ABD’nin milisi” demeye çalıştığını görüyoruz. Bu, kendileri açısından reelpolitiğe uygun bir tutum. Fakat iddialarının gerçekliği sorgulanmalı. Yani İran’ın ve rejimin Şii milislerle ilişkisiyle muhalifleri destekleyenlerin muhaliflerle ilişkisi aynı mıdır? Bence değildir. Artık Suriye’de vekaleten savaşı da bırakıp bilfiil savaşın içinde olan bir İran görüyoruz. Muhalefetin ise doğru düzgün hava savunma silahları bile yok.

Suriye’de savaş başladığından beri yapılan en büyük yanlışlardan biri sahada iki eşit gücün olduğunun zannedilmesi. Uluslararası medya ve toplum nezdinde de bu böyle sanılıyor. Bu algının/sanrının da mimarı rejim taraftarları(Rusya, İran, Şii milisler, Hizbullah ve medya) olabilir. Hava savunma konusunda ise, Rusların ve rejimin, muhaliflerin yumuşak karnı olarak hava savunmalarının olmayışını gördüklerinin herkes farkında. Fakat muhaliflere destek verenler Stinger konusunda cimri davranıyor gibiler. TOW etkili ama Baas rejimlerinin zırhlı araç merakından olsa gerek yetersiz kalıyor. Gün geçtikçe güç çarpanları muhaliflerin aleyhine işliyor.

Ortaçağ dönemindeki paralı askerleri homojen sanmak yanlış olabilir. Bu askerlerin içinde de hayatını savaşarak idame ettiren ve genellikle profeyonel olan askerler de vardı. Yani bir tutku uğruna sivil yaşamı bırakıp savaşmaya giden askerler değillerdi. Ortaçağ’da paralı askerler konusunda Charles Oman (1885) “Ok, Balta ve Mancınık” adlı kitabında şunları söylüyor: “Her hükümdar savaş zamanında paralı askerleri bir zorunluluk gördü, ancak paralı askerlerin varlığı özellikle yasa tanımayan baskıcı hükümdarlar için kârlıydı: Savaş düşkünü soylular ancak çok sayıda paralı askerle denetlenebiliyordu. 13. Yüzyılın paralı askeri, askeri etkinlik bakımından sırdan atlı şövalyenin biraz gelişmiş haliydi. Paralı askerlerin tarihindeki son evre, uzun süren savaşlar boyunca hizmet eden bu askerlerin savaş sona erdiğinde dağılmak yerine bir araya gelip hizmetlerini satın almak isteyecek bir devlet arayışı içinde kıtayı kat etmeye başladıkları zamandır.”

 Sonuç kısmında geleceği konuşmaya çalışalım. Yeni uluslararası sistemde kendinizi belli bir yönteme endekslerseniz başarısız olmanız kaçınılmazdır. Kolay yayılan uluslararası sorunlar devletleri her bölgede farklı aktörlerle, farklı yöntemlerle, farklı ortamlarla başbaşa bırakmaktadır. Bir yandan sert güce önem verirken, bir yandan da yumuşak güce önem verebilmelisiniz. Bugünün ve geleceğin en büyük özelliklerden biri, çok yönlülüktür. Bu çok yönlülük, çağımıza verilen çeşitli isimlerden de anlaşılabilir; “Terör Çağı”, “Bilgi Çağı”, “Enformasyon Çağı”, “Asimetrik Mücadele Çağı”, “Teknoloji Çağı”, “Siber Yüzyıl” vb.


Güvenlik ve savaş politikalarında yeni trendleri iyi analiz edip çağın gerekleri ne ise uygulayabilmelisiniz. Devletler dış politika yürütürken artık sadece kamera önlerinde verilen pozlarla veya uluslarararası toplantılarla yetinmiyorlar. Zaten devletlerin ortaya çıkışından bu yana istihbarat faaliyetleri önemini koruyor ve dış politikanın da önemli bir parçasını oluşturuyor.. Bir savaş bölgesinde kendinizi var edebilmeniz veya bir irade beyanı açıklayabilmeniz için klasik diplomasinin ötesine geçmek zorunda kalabilirsiniz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder