23 Ekim 2016 Pazar

MEVLÂNA-TÜRKMEN GERİLİMİ VE YUNUS EMRE



Bundan bir müddet önce târihçi Mikail Bayram 'Sosyal ve siyasal boyutlarıyla Ahi Evren-Mevlana mücadelesi' adlı kitabıyla büyük tepki toplamıştı. Onun iddiasına göre Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî bizzât Türkmen şeyhi Ahi Evren’in katledilmesinde rol oynamış ve Moğolların safını tutarak ahiliğin nüfuzunu yitirmesini sağlamıştı. Bir Türkmen düşmânı ve hâin gibi görülen Mevlâna’na ya dâir benzerî iddiâlar aslında yeni bir mesele de değildir. Fazla tanınmıyor olmasından dolayı ciddîye alınmayan Mikail Bayram’ın tezi paralelinde çıkarımlar yapmış meşhur târihçilerimiz de mevcuttur.
          Örneğin Osmanlı târih yazımının yaşayan en önemli ismi Halil İnalcık ‘Devlet-i Aliyye’ isimli kitabının ilk cildinde 'Moğollarla işbirliği yapan ve Fars kültürüne tutkun Selçuklu seçkin sınıfına hitâb eden Celâleddîn Rûmî ile halk adamı Ahi Evren arasında düşmanlık vardı. (...) Tokat, Sivas Kayseri gibi büyük şehirlerde Moğollara karşı çıkan esnafı (...) katlettiler. Ahilere âit zâviyeler Mevlevîlere verildi.' Bu eserden daha önceyse Fuat Köprülü ‘Anadolu’da islâmiyet’ başlıklı eserinde ‘Mevlevîler daha Celâleddîn-i Rûmî’den başlayarak Türkmen babalarına fenâ bir gözle bakmışlar, onları kendilerine rakîp görmüşler ve Moğol istilâsını müteakip onlara aleyhtâr bir vaziyette bulunmak için bir aralık Karamanlılara karşı bile Moğolların hâkimiyetini tercih etmişlerdir’ demektedir.
          Mevlevî-Türkmen geriliminin kökeninde Selçuklu hükümdârı Rükneddîn’in avâm takımından bir Babaî Türkmen şeyhini sıkça ziyâret etmesi ve şeyhin ona ‘evlâdım’ diye hitap etmesinin yattığı nakledilmiştir. Bunun üzerine durumu kıskanan Mevlâna’nın ‘Biz de kendimize yeni bir evlât buluruz’ dediği rivâyet olunur. Bu yeni evlâdın Osman Gâzî olduğu yakıştırması ise Osmanoğullarının kendilerini meşrûlaştırma çabası gibi görülmektedir. Selçuklu sarayında nüfuz kaybeden Mevlâna ve mevlevîlerin Türkmen şeyh ve babalarına düşmanlığı buradan kaynaklanmıştır.
          Mevlâna ve mevlevîlerin Selçuklular ve Türkmenlere karşı Moğol tarafını tutmuş olmaları aslında şaşılacak bir durum değildir. Nitekim Anadolu’yu ilhâk eden Moğollar (İlhanlılar) Farslaşmış Moğollardı. Fârisî kökenli olan ve eserlerinde Fars kültür ve edebiyâtını, düşünce ve felsefesini dile getiren Mevlâna gelenler hakkında ‘bizdendir’ demesine şaşmamak gerekir. Nitekim Moğollar sonrası ahiler ortadan kaybolmuş, mevlevîlerse güçlenerek çıkmıştır. 1243 yılında Kayseri’nin Moğollar tarafından işgâl edilmesi, ki bu savaşta ahilere bağlı Bacıyân-ı Rûm (Rûm/Anadolu Bacıları) teşkilâtının da katıldığı nakledilmiştir, ve daha sonra 1261 yılında Kırşehir’in düşmesiyle birlikte ahîlerin en önemli iki merkezi talân edilmiş oluyordu. Mevlâna’nın Kırşehir’de Türkmenleri katleden ve müslüman dahi olmayan Baycu Noyan hakkında ‘O Allâh’ın evliyâlarından birisidir’ demesi dikkate değerdir.
          Esâsen Mevlâna’nın salt Türkmen düşmanlığından ziyâde Türkmen tarîkatlarına karşı olduğu ve onları düşmân gördüğünü düşünmek mantıklıdır. Nitekim bir şehir tarîkatı ve yüksek kültür ürünü olan mevlevîliğin şehirlerdeki en önemli Türkmen rakîpleri ahilerdi. Konya ve Kayseri gibi iki önemli Selçuku merkezinde filizlenen bu iki yapılanmanın birçok alanda birbirleriyle mücâdele içerisinde olduğunu düşünmek doğru bir çıkarımdır. Mevlâna’nın yazdığı az sayıdaki Türkçe şiirler, kimilerince onun Türklüğüne yorulmuştur, Türkmen kitlelere ulaşmak ve nüfûzunu arttırmak amacıyla yazılmıştır. Nitekim kaba bir çıkarımla Türkmenler şehirlerde ahi, yarıgöçebe yaşam tarzında ve kırda bektaşî, daha sonraları (sünnîler) köy ve kırlarda ise nakşibendî oluyorlar fakât mevlevîliğe zannedildiği kadar rağbet etmiyorlardı.
          Mevlâna’nın Türklüğüne dâir öne sürülen şiiri esâsen farklı bir anlamdadır. Bilhâssa Mevlâna ve Türk devlet felsefesi üzerine eser yazmış Aydın Taneri’nin savunduğu tez sakattır. Bahse konu şiir şu şekildedir:

‘Yabancı bellemeyin beni, ben de bu ildenim,
Sizin vatanınızda kendi yurdumu aramaktayım,
Her ne kadar düşman gibi görünsem de, düşman değilim,
Her ne kadar Farsça söylesem de, aslım Türktür benim.’

Bu şiire yönelik iki çarpıtma vardır. Birincisi şiirin devâmında Mevlâna Hintçe’de de yazdığını da söylüyor oysa böyle bir durum mevzûbahis değildir. Şiirde açık bir şekilde mecâz vardır. Nitekim Fars edebiyâtında Türk kelîmesi ‘güzellik, beyâzlık’ anlamına gelmektedir burada ise ‘aydınlık’ anlamındadır. Buna ilâveten de Hint kelîmesî veyâ Hintlik Fars edebiyâtında ‘kötülük, kara(n)lık’ anlamına gelir. Yâni bu şiirde aslında Mevlâna açıkça ‘düşmân gibi göründüğünü’ kabul etmekte birlikte, aslında ‘aslım Türktür’ diyerek içinin ve rûh dünyasının aydınlık, ferâh olduğunu anlatmaktadır. İşte ikinci çarpıtma burada devreye girmektedir. Bu şiiri Mevlâna’nın etnik kökeni bağlamında değil, Mevlâna-Türkmen mücâdelesi bağlamında değerlendirmek gerekiyor. Bu şekilde okunduğunda Mevlâna’nın Türkçe olarak neden ‘Her ne kadar düşman gibi görünsem de, düşman değilim’ dediği açıklığa kavuşmaktadır.
          Mevlevîlere ve Moğollara karşı mağlûp olan şehirli Türkmenler Mevlâna’dan menkîbeler yoluyla karşı taâruza başlamışlardır. Kıymetinin çok erken bir zamânda keşfedildiği anlaşılan Türkmen dervişi Yunus Emre, Mevlâna ile hiç görüşmemiş olmasına rağmen, bilhassa bektaşî gelenek ve menkîbelerinde Mevlâna ile karşılaştırılmış ve ondan üstün tutulmuştur. Mevlâna’nın ağzından ‘merâtib-i mâneviyeden (manevî mertebelerden) herhangisine terakki eyledim (çıktım/ulaştım) ise şu Türkmen kocası Yunus önüme çıktı’ sözünü ihtivâ eden kayıt bunun örneğidir. Bir diğer örnekse ikiliyi karşılaştırıp Yunus Emre’nin Mevlâna’ya Mesnevî’si hakkında ‘Ne kadar uzun yazmışsınız. Çok emek ve gayret sarfetmişsiniz. Bize kalsaydı aynen şunu söylerdik: ‘Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm’ dedirtmektedir. Doğum ve ölüm târihleri (Mevlâna 1207-1273, Yunus Emre 1240-1321) açısından rivâyetlerin mümkün olma ihtimâline karşın târihte gerçekten böyle bir buluşmanın varlığı şüpheli ve hattâ uydurmadır. O hâlde bu menkîbeler neden vardır?
          Yunus Emre’yi Fârisî Mevlâna’dan üstün çıkaran bu Türkmen anlatıları büyük olasılıkla mevlevîlerden edebî, nüktedân ve felsefî bir intikâm alma duygusuyla peydâh edilmiştir. Moğol döneminde güçleri ellerinden alınmış Türkmen babaları bunun acısını mevlevîlerden bir şekilde çıkarmak istemişlerdir. Kılıcı elinden alınan birçok toplumda kaleme sarılma, kalemle intikâm alma temâyülü ortaya çıkar. Fârisi Firdevsî’nin Şehnâme’si bu duygularla yazılmıştır. Yine Türkmenler arasındaki, târihi gerçekliği olmayan fakât yaygın olarak bilinen, Nasreddîn Hoca-Timur fıkraları bu minvâldedir. Timur ve ordusuna güç getiremeyen Anadolu Türkmenleri Timur’a olan kızgınlığını Mikail Bayram’ın Ahi Evren olduğunu iddiâ ettiği Nasreddîn Hoca aracılığıyla nüktedân bir şekilde ortaya koymuştur. Türkmenler arasındaki Mevlâna-Yunus Emre anlatıları da bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Derviş Yunus Türkmen ahâlinin onlara karşı düşmanlık etmiş Mevlâna’ya karşı diktiği en büyük mutasavvıftır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder