THE CULTURE WHICH CARRIED FROM TURKISH MYTHOLOGY TO ANATOLIA: THE
MOTIF OF DEER
Mehmet MANDALOĞLU
Öz
İslamiyet’ten önce Türklerde bazı hayvanlar kutsal olarak kabul edilmiştir. Türklerin önem
verdikleri hayvanların başında kurt gelmektedir. Kurttan sonra ikinci sırayı geyik almaktadır. Geyik,
çabuk renk değiştirebilen bir hayvandır. Bunun yanında geyik, önemli bir totem unsuru olarak
Türklerde görülmüştür. Bu yüzden, bazı araştırmacılar Türklerin totemist olduklarını ifade
etmişlerdir. Kurt ve geyiğin dışında at, koyun, kartal, kaplumbağa da Türklerde önemlidir. Mitolojik
bir unsur olan geyik motifi göçler sonucunda Orta Asya’dan Anadolu’ya taşınan kültürel bir mirastır.
Anadolu’da anlatılan Alageyik Efsanesi, en önemli destanlardan biridir. Anadolu’daki diğer efsane
Geyikli Baba Efsanesidir. Ankara-Çamlıdere’de anlatılan Cibilli Dede efsanesi bu anlatımlara
eklenebilir. Geyik motifleri, çoğunlukla mezar ve türbelerin etrafında yoğunlaşmış, mitolojik unsur
dini bir kimliğe bürünmüştür. Bazı evlerin duvarlarında ve türbelerde geyik boynuzları
bulunmaktadır. Bu durum, büyü ve nazara karşı savunmayla ilgilidir. Geyik motifi, sanatta ve
mimaride de görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Mitoloji, Totemizm, Geyik, Kurt, Anadolu.
Abstract
Turks before Islam were considered sacred in some animals. Turks at the beginning of the
animals they care about is the wolf. After the wolf the second place takes the deer. The deer is an
animal that can change color quickly. In addition deer, observed as an important element of the totem
in Turks. Therefore, some researchers have stated that they were totemic Turks. Except wolves and
deer; horses, sheep, eagles, turtles are important also Turks. The motif of deer which is an element of
mythological is a cultural heritage that moved from Central Asia to Anatolia as a result of migration.
The Legend of Fallow Deer are described in Anatolia, is one of the most important epics. Other legend
in Anatolia is Geyikli Baba Legend. Cibilli Dede Legend which described in Ankara-Çamlıdere can be
added these narratives. Deer motifs are mostly concentrated around the tombs and shrines, religious
identity than the mythological element. There are deer antlers on the walls of some houses and tombs.
This situation relates to defense against magic and consideration. The motif of deer can be seen in art
and architecture.
Keywords: Mythology, Totemism, Deer, Wolf, Anatolia.
Giriş
İslamiyet’ten önce Türklerin temel geçim kaynağı hayvancılığa dayanır. Sürü sahibi
olan Türkler, geçimlerini kendi yetiştirdikleri koyun, sığır gibi hayvanların etleriyle karşılarken
avladıkları hayvanların etlerini de tüketmişlerdir. Türklerin avladıkları hayvanların başında
∗
Dr., Tarih Öğretmeni, Milli Eğitim Bakanlığı Keçiören Anadolu Lisesi, Sanatoryum Cad. Avni Paşa Durağı, No: 168,
06100, Keçiören/ANKARA, Tel: 0505 485 99 01; e-posta: mndl04@mynet.com.tr
- 383 -
geyik gelmektedir. Geyiğin Türklerin hayatında önemli bir ekonomik kaynak oluşturmasının
yanında mitolojide yer alması, onun mimari ve sanatta kullanılmasında etkili olmuştur.
Arkeolojik olarak elde edilen veriler, efsane ve destanlarda geçen ifadeler eski
Türklerde bazı hayvanların önemli olduğunu göstermektedir. Hayvanlara önem verilmesi aynı
zamanda onlara kutsiyet atfedilmesine de neden olmuştur. Hayvanlara verilen önem ve
değerden dolayı Türklerin totemist oldukları ifade edilmektedir. Türklerin totemist olarak ifade
edilmelerinde kurt ile ilgili efsanelerin varlığı etkili olmaktadır. Kurganlardan elde edilen
buluntular arasında kurt ile ilgili sanat eserlerinin bulunması, bu savı güçlendirmektedir.
Makalemizin ilk bölümünde Türk mitolojisinin içinde totemizmin izlerinin olduğunu
açıklamaya çalıştık. Türk mitolojisinin temelinin totemizme dayandığını, bu konu üzerinde
çeşitli araştırmalar yapıldığını ve bu araştırmalar neticesinde Türk mitolojisinde totemizmin
bulunduğunu ifade ettik. Makalemizin ikinci bölümünü Türklerin hayatında önemli yere sahip
olan hayvanlara örnekler oluşturmaktadır. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere Türklerde
sadece “kurt” ve “at”ın önemli olmadığını, diğer hayvanların da önemli olduğunu
vurgulamaya çalıştık. Çalışmamızın üçüncü ve dördüncü bölümlerinde geyik ile ilgili hususlar
yer almaktadır.
1. Eski Türklerde Mitoloji ve Totemizm
Mitoloji, insanlık tarihinde uzun bir dönem Tanrı olarak kabul edilmiş hayvanların
motifleri yönünden son derece zengin bir kaynaktır. Bu mitolojik öykülerde sıklıkla biçim
değiştirme, yani hayvan-insan ve insan-hayvan geçişleri ya da değişimleri vardır. Sonuçta her
kültürün mitolojisinde, hayvanların değişik biçimlerde ve oranlarda da olsa mutlaka yer aldığı
görülür (Armutak, 2002: 412). Türklerin inanç sistemlerinin temeli totemizme dayanmaktadır.
Totemizm, insanla hayvan ya da bitkiler arasında bir ilişki olduğu inancına dayanan bir
düşünce sistemidir. Türklerde hayvan ya da bitkiyle akrabalık kurulması, hayvan ya da bitkinin
totem haline gelmesine neden olmaktadır. Bu açıdan Türklerin totemist oldukları anlayışı
mitolojiden günümüze kadar gelen unsurların başında yer almaktadır.
Totemizmin niteliklerini, akrabalık ilişkileri içinde aramak gerekir. Bir klanda herkes
birbirinin akrabasıdır. Akrabalık gerçek değil, saymaca bir kandaşlığa dayanır. Klanın bir başka
niteliği de, her klanın taşıdığı adın o klanın sıkıca ilgili bulunduğu eşya, bitki ve hayvandan
birisinin adı olmasıdır. Klan üyeleri ile bu eşya, bitki veya hayvan arasında bir akrabalık var
sayılır. Bir klanı diğerinden ayıran o klanın totemidir. Klanın totemi üyelerden her birinin
totemidir. Klan, büyük çapta bir aile sayılabilir (Taplamacıoğlu, 1983: 79).
Eski Türk inancı üzerine çalışma yapanların ortaya attıkları tezlerden birisi Türklerin
Totemist oldukları görüşüdür. Bu görüşü savunanlar daha çok Çin yıllıklarına dayanarak
hüküm vermektedirler. Fuad Köprülü, Türklerin totemist oldukları görüşünü savunanlardan
biridir. Çin yıllıklarına dayanarak Türklerin totemist oldukları görüşünü savunan kişiler,
Türklerin keçeden resimler yapmalarını, onları sırıkların uçlarına asmalarını ve saraylarda
yanlarında bulundurmalarını dikkate alarak kurt’a değer verdiklerini ifade etmektedirler (İnan,
1976: 7). Eski Türklerde totemciliğin olduğuna delil olarak kurt’un ata tanınması, bu hayvana
karşı saygı duyulması, 19. Yüzyılın 2. Yarısında Orta Asya Türkleri arasında tespit edilen ve
totemcilikteki “şuringa”yı andıran put-fetişler gösterilmiştir (Kafesoğlu, 1993: 284). Türklerin
totemist oldukları yönünde araştırma yapanların sayısı oldukça fazladır. Bu araştırmacılardan
biri olan Tylor, totemizmi atalara tapma inancı ile açıklamaya çalışır. İlkel insanların çoğunun
ölen atalarının ruhlarının hayvan veya bitki gövdelerine göç ettiklerine inandıklarını, onların
hayvan veya bitkilere yönelerek kutsal bir karakter kazandıklarını ifade etmektedir (Yücel,
1975: 69-70). Tylor’a göre Türklerin totem inancını benimsemelerinde ölmüş atalarına saygı
duyma anlayışının etkili olduğu görülmektedir. Totemizm konusunda araştırma yapanlardan
olan Jevons, totemizmin kökünü olağanüstü varlıklara inançta aramak gerektiğini ileri sürerek
akrabalık bağları ile bir klana bağlanmış olan varlıklara totem adını vermektedir (Yücel, 1975:
70). Türklerde totemizm konusu üzerine çalışma yapanlardan olan Jean Paul Roux, VIII.
Yüzyıldan itibaren, bazı Türk kabilelerinin klanları ile bazı hayvanların arasında bir bağın
- 384 -
gözlenmiş olmasını Türklerde Totemizmin varlığına kanıt saymaktadır (Günay-Güngör, 2003:
135). Türkiye’de Türklerin totemizmi benimsemeleri üzerinde araştırmalar yapan kişilerden en
önemlisi şüphesiz Ziya Gökalp’tir. Ziya Gökalp, Türklerin totemizm devresini geçirdiğini
savunmaktadır. Hatta Totem olarak kabul edilen hayvanların, Totemizm ibadetinin haricinde
kesilemeyeceğini vurgulamaktadır (Gökalp, 1976: 52). Türklerde totemizm üzerinde araştırma
yapanlardan olan Rasonyı, Türklerde totemizmin varlığından bahsetmektedir. Rasonyı,
Totem’in önemli olduğunu ifade ederken onun varlığının ölümle sona ermediğini
belirtmektedir. Ongun’ların ruhların meskeni olduğunu, ağaçtan yontulmuş putta veya
keçeden kesilmiş figürlerde ongunların yaşamakta olduğunu ve bütün klanın ortak putu
olduğunu ifade etmektedir (Rasonyı, 1971: 29). Burada Rasonyı, totemizme farklı bir bakış açısı
getirmiştir. Bu bakış açısı Türklerin puta tapıcı olabileceği üzerinde görülmektedir. Bu duruma
M. Ö. 121 yılında gerçekleşen Çinlilerle Hunlar arasında yapılan savaşı örnek gösterebiliriz. M.
Ö. 121 yılında cereyan eden bir savaşta Çinlilerin Hun prensini yenerek karargâhını ellerine
geçirdiklerinden ve aldıkları ganimetler arasında bir altın putun varlığından bahsedilmektedir.
Çin vakanüvisinin verdiği malumata göre Hun prensi bu putun karşısında Gök Tanrı’ya
kurban sunardı (İnan, 2000: 2). Bu altın putun dini bir amaçla kullanılmasının yanında bunun
Türklerin totem olarak kabul ettikleri hayvanlardan biri olması muhtemeldir.
Türklerin totemist oldukları konusunda ongun olarak görülen hayvanlardan birini
geyik oluşturmaktadır. Geyik, Türk kültüründe önemli bir hayvan olup şamanların ayinlerinde
giydikleri elbiselerinin tamamlayıcı unsurunu oluşturabilmektedir. Şaman elbiselerinde geyik
başlığının yer alması, bu duruma örnek gösterilebilir (Ögel, 1993: 39). Şaman elbisesinin
yanında şaman davulunda da simgesel olarak geyiğe ait parçalar yer almıştır (Çoruhlu, 1999:
159).
2. Eski Türklerde Kutsal Hayvanlar
Eski Türklerde bazı hayvanlara kutsiyet atfedilmiştir. Bu hayvanların kutlu hayvan
olarak kabul edilmesinde, hayvanların soyundan gelme anlayışının olduğu görülmektedir.
Türk milleti, hayatında önemli bir yere sahip olan hayvanlara daima anlaşılması zor kutsiyetler
yüklemiş ve bu kutsiyetlerin doğrultusunda hayvanlarla olan ilişkisinde, kendisine yardımcı
olacağına inandığı kurallar topluluğu oluşturmaya çalışmıştır. Türkler, kimi zaman sürülerine
ve kendilerine saldıran kurtla, kimi zaman kendisine yoldaş olan atla, kimi zaman da avlamak
için karşısına çıkan en uygun hayvan olan geyikle ilgili inanmalara sahip olmuşlardır
(Karadavut-Yeşildal, 2007: 103). Hayvanların kutsal olarak kabul edilmesi, Türklerin hayatında
önemli bir yer teşkil etmelerinden ileri gelmektedir. Çünkü Türkler, temel geçim kaynaklarını,
hayvancılık ve tarım ile sağlamaktadırlar. Bu yüzden Türklerde hayvancılık önemli bir unsur
haline gelmiştir. Efsane ve destanlardan hareketle Türklerde en önemli hayvan, kurt olarak
görülmektedir. Kurt, Türklerin atası olmuş, bazen yol gösterici, bazen kurtarıcı olarak
görünmüştür (Durmuş, 2009: 103). Kurt, Türk mitolojisinin ilahıdır. Türkler, atalarının boz
renkli bir kurt olduğuna inanırlar. Kurt, bir totemdir. O, bir hayvan-ata veya hayvan-ana
sembolüdür (Armutak, 2002: 422). Bozkurt kelimesi, kurdun renginden dolayı aldığı bir isimdir.
Türklerde kurt’un saygı görmesi, yüz binlerce baş sürülerin otladığı bozkırların korkulu
hayvanı olmasından ileri gelmektedir (Kafesoğlu, 1993: 285). Kurt kelimesine Orhun
Abideleri’nde rastlanmaktadır. Kurt kelimesi, Orhun Abideleri’nde hayvan ismi olarak
kullanılmamaktadır. “Yukarıda Türk Tanrısı Türk mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiş. Türk
milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İltiriş Kağanı, annem İlbilge Hatunu göğün tepesinden
tutup yukarı kaldırmış olacak. Babam kağan on yedi erle dışarı çıkmış. Dışarı yürüyor diye ses işitip
şehirdeki dağa çıkmış, dağdaki inmiş, toplanıp yetmiş er olmuş. Tanrı kuvvet verdiği için babam kağanın
askeri kurt gibi imiş, düşmanı koyun gibi imiş. Doğuya, batıya asker sevk edip toplamış yığmış. Hepsi
yedi yüz er olmuş” (Ergin, 1983: 21-22-35-36). Köl Tigin Abidesinin doğu cephesi ve Bilge Kağan
Abidesinin doğu cephesinde geçen bu ifadedeki kurt, güç ve kudretin sembolü olarak
görülmektedir. Askerin kurda benzetilmesi önemlidir. Askeri açıdan gücü, saldırganlığı ve
kolayca düşmanlarını yenmesi, Türklerin askeri yapılanmalarına bir model oluşturmuştur
(Durmuş, 2009: 103). Kurt kelimesi, Orhun Abidelerinde “böri” şeklinde geçmektedir (Ergin,
- 385 -
1983: 69, 79). Kurt kelimesi, Divan-ı Lugat’it Türk’te de “böri” şeklinde geçmektedir (Kaşgarlı
Mahmud, 1985: I,36). Kaşgarlı Mahmud, kurt kelimesini ise yırtıcı hayvanlardan biri olarak tarif
etmektedir (Kaşgarlı Mahmud, 1985: I, 342; Kaşgarlı Mahmud, 1985: III, 6). Anadolu’da kurt adı
yaygın olmakla birlikte, yırtıcılığından hareketle canavar tabiri de kullanılmaktadır (Durmuş,
2009: 103).
Göktürk döneminde kurt tasvirleri önemli bir yer tutmaktadır. Öncelikle onların tuğ ve
bayraklarında sembol olarak altından bir kurt başı bulunmaktaydı (Durmuş, 2009: 104).
Göktürklerin mavi zemin üzerinde kurt başının tasvir edilmesi, kurt’un önemine işaret
etmektedir. Ayrıca Göktürkler dönemine ait olan kitabelerdeki tasvirler oldukça önemlidir. Çin
kaynaklarında Hunların ilk dedelerinin dişi kurt tarafından emzirildiğinden, Göktürklerin dişi
kurttan türediklerinden bahsedilmektedir (Eberhard, 1996: 86). Dişi kurdun emzirdiği çocuk
tasvirlerine yazıtlar üzerinde rastlanılmaktadır. Bugut yazıtlı taşının üst kısmında kurt
tarafından emzirilen çocuk betimlenmiştir. Köl Tigin yazıtının her iki yüzünde kurt tarafından
emzirilen çocuk tasviri bulunmaktadır. Taşın üst kısmından belirli bir parça kırılmış
durumdadır. Hem Türkçe yazılı geniş yüzde hem de Çince yazılı geniş yüzde kurt tarafından
emzirilen çocuk tasvirleri dikkat çekmektedir. Kurt stilize bir şekilde tasvir edilmiş, çocuklar da
simetrik bir biçimde yerleştirilmiştir (Durmuş, 2009: 104-105).
Türklerde kurttan sonra ikinci öneme sahip olan hayvan geyiktir. Geyik kelimesi,
Divan-ı Lugat’it Türk’te, “ıwık” olarak geçmektedir (Kaşgarlı Mahmud, 1985: I, 67, 239, 265). Bu
kelime ayrıca, “keyik” biçiminde yaban hayvanı, av hayvanı ve av karşılığı olarak kullanılmıştır
(Kaşgarlı Mahmud, 1985: I, 8, 10, 11, vd.). Eski Türklerde geyik, kutsal bir hayvan ve bir totem
olarak değerlendirilir (Armutak, 2002: 424). Geyik, Türk kültür hayatında önemli yer tutar.
Hunlar’ın menşeine dair efsanelerde geyiğe büyük yer verildiği, yapılan arkeolojik kazılar
sonucu elde edilen malzemelerde rastlanan geyik figürlerinden anlaşılmıştır (Aytaş, 1999: 162).
Göktürklerin ve Uygurların kurttan türeyişi ile ilgili efsaneler, Türk mitolojisinde yer alan
türeyiş efsanelerinin temelini oluşturur. Türk mitolojisinde kurttan başka geyik de hayvandan
türeyiş unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır (Karadavut-Yeşildal, 2007: 103). Türklere ait eski
ve orijinal bir efsanede, Türklerin geyikten türediğine dair bir kayda rastlanmıyor (Ögel, 1993:
569). Buradaki ifadelerde iki farklı görüş yer almaktadır. Birincisinde geyiğin türeyiş unsuru
olarak karşımıza çıktığı ifade edilirken, ikincisinde böyle bir türeyişin olmadığı anlatılmaktadır.
Benim kanaatim, ikinci görüşün doğru olduğu yönündedir. Çünkü Türklerde türeyiş ile ilgili
unsurlar daha çok kurt ile ilgili efsanelere dayanmaktadır. Buradan Türklerin geyiğe önem
vermedikleri sonucu çıkarılmamalıdır. Aksine Türkler, geyiğe büyük ehemmiyet vermişlerdir.
Geyik, Bozkurt gibi bazı Türk boylarının sembolü olmuştur. Bu bakımdan Türk mitolojisi ve
efsanelerinde geyik motifine sıkça rastlanır (Aytaş, 1999: 161).
Türklerin geyiğe önem verdikleri Orhun Abidelerinden anlaşılmaktadır. Tonyukuk
Abidesinin Güney Cephesinde; “Geyik yiyerek, tavşan yiyerek oturuyorduk” (Ergin, 1983: 53)
ifadesinden geyiğin Türkler için önemli olduğu anlaşılmaktadır. Bu ifadeden hareketle, geyiğin
Türkler için bir av hayvanı olduğu görülmektedir. Geyik, avcılık ve toplayıcılıkla geçinenler
tarafından avlanıldığı gibi yerleşik ve konar- göçer kavimler tarafından da avlanmıştır
(Durmuş, 2009: 112). İskitler, bataklıklarda geyik avlamışlardır (Tarhan, 2002: 599). Buradan
geyiğin Türklerin temel geçim kaynağını sağlayan türler arasında olduğu görülmektedir.
Bilge Kağan Abidesi Batı cephesinde geçen “dağda yabani geyik gürlese, öylece mateme gark
oluyorum” (Ergin, 1983: 51) ifadesinden geyiğin dağda yaşayan yabani bir hayvan olduğu
anlaşılmaktadır. Türklerin hayvanlarla olan ilişkilerinin temelinde, konargöçer kültürün
doğurduğu ekonomik mecburiyetler ile eski inançlarının animist kalıntıları yatmaktadır.
Avcılık ve hayvancılıkla geçimlerini sağlayan konargöçer Türkler, avcılıkla uğraştıkları
dönemlerde karşılarına çıkan yabani hayvanları avlamışlardır (Karadavut-Yeşildal, 2007: 102).
Türklerin yabani hayvanları avlamaları, konar-göçer kültürün zorunlu bir sonucudur. Böylece
Türkler ekonomik ihtiyaçlarını, beslenme zaruretlerini avcılık sayesinde karşılayabiliyorlardı.
Hunlar, et ihtiyaçlarını kendi besledikleri hayvanlar yanında geyik, tavşan gibi av
hayvanlarından temin etmekteydiler (Koca, 2003: 151). Göktürklerin dedeleri bir deniz ilahesi
- 386 -
ile münasebette bulunuyordu. İlk dede avda bir ak geyik öldürdüğünden ilahe münasebetten
vazgeçti. Bunun oymağından aveneler bu geyiği öldürmüş olduklarından o günden itibaren
hep insan kurbanı için insanlar göndermek mecburiyetinde idiler (Eberhard, 1996: 86). Burada
Göktürklerin analarının dişi bir geyik olduğu efsanesi yer almaktadır. Uygurlarda geyik, bir
inanç aracı olmaktan çok, avcılık aracı olarak yer almaktadır (Aytaş, 1999: 162). Türklerin
hayatında önemli bir yere sahip olan geyiklerin rengi de kutsallık açısından dikkate değerdir.
Türklerde, beyaz geyikler kutsal idiler. Orta Asya’da da beyaz geyikler vardı (Ögel, 1993: 570).
Türkler için hayatın devamını sağlayabilmek sadece avlanmakla mümkün olmamaktadır.
Türkler, canlarını ve mallarını da korumak zorundadırlar. Bu yüzden başka canlılara karşı da
mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Türklerin başka canlılara karşı mücadele ettiklerini
yansıtan en iyi örnek Oğuz Destanı’dır. Oğuz Kağan’ın gençlik yıllarında Oğuz yurdundaki
ormanda yaşayan bir gergedanın, hayvanlara ve insanlara zarar verdiği anlatılmaktadır. Oğuz
Kağan, bu gergedana karşı kılıç, kalkan, ok kuşanıp mücadele etmeye kalkıştı. Bir ormanda
avlanarak bir geyiği avladı. Bu geyiği, gergedana karşı yem olarak kullandı. Söğüt dalıyla
geyiği ağaca bağladı. Tan ağarınca geri döndüğünde gergedanın çoktan geyiği yediğini gördü.
Sonrasında Oğuz Kağan, gergedanı öldürerek Oğuz yurdunu bu tehlikeden kurtardı (Ögel,
1993: 116). Buradan geyiğin iyi bir av hayvanı olduğu görülmektedir. Dede Korkut
Hikâyelerinde de geyik geçmektedir. Banu Çiçek ile Bamsı Beyrek’in konuşmasında Bamsı
Beyrek’in “Senin evinin üzerine yabani geyik yıkmadım mı?” (Ergin, 2003: 55-56) ifadesinden
geyiğin av hayvanı olduğu görülmektedir. Ancak zamanla Türk kültür çevresinde geyiklerin
beslendiği görülmektedir. Türk kültür çevresinde at besleme kültüründen önce geyik beslendiği
ve geyik besleme kültürünün at besleyiciliğine bir basamak oluşturduğu kabul edilmektedir
(Durmuş, 2009: 112). Bu yüzden geyik, Türklerde önemli bir hayvandır. Günümüzde Altaylar
ve çevresinde geyik besleyiciliği devam etmektedir. Moğollar tarafından geyik besleyicilerine
“saten” denilmektedir. “saa” geyik, “ten” li, yani geyikli denilmektedir. Geyikliler Moğollar
tarafından Türk, Uygur ya da Saka olarak belirtilmektedir. Dar bir çevrede geyiklere binmekte,
geyik eti yemekte ve geyik sütü içmektedirler. Geyik kültüre adını vermiş bulunmaktadır
(Durmuş, 2009: 113). Anadolu’nun çeşitli yerlerinde günümüzde geyik üretme çiftliklerinin
olduğunu bilmekteyiz. Bu manada, Ankara-Çamlıdere ilçesini örnek verebiliriz. Çamlıdere’nin
Çamkoru mevkiinde bir geyik üretme çiftliğinin olduğunu, burada yetiştirilen geyiklerin doğal
ortama bırakıldığını bilmekteyiz.
Türklerin hayatında önemli olan hayvanlardan birisini de at oluşturmaktadır. Türkler,
at sayesinde uçsuz bucaksız bozkırları aşmışlar, yaylaktan kışlağa ya da kışlaktan yaylağa
göçmüşler, önemli antlaşmaları at sırtında yapmışlardır. Orhun Abidelerinde Türklerin atı
savaşlarda kullandıklarına dair bilgiler yer almaktadır. Köl Tigin Abidesinin Doğu Cephesinde
“ Yirmi bir yaşında iken, Çaça generale karşı savaştık. En önce Tadıgın, Çorun bozatına binip hücum
etti. O at orda öldü. İkinci olarak İşbara Yamtarın boz atına binip hücum etti. O at orda öldü. Üçüncü
olarak Yigen Silig beyin giyimli doru atına binip hücum etti. O at orda öldü” (Ergin, 1983: 26)
ifadesinden atın Türklerin hayatında önemli bir yere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Burada
geçen ifadeden Türkler için boz ve doru atın önemli olduğu görülmektedir. Orhun Abidelerinin
çeşitli yerlerinde at ile ilgili kavramların geçmesi atın önemini bir kat daha artırmaktadır. Atın
Türklerin sosyal, siyasi, iktisadi, dini ve askeri hayatında en önemli unsurlardan biri
olmasından dolayı bozkır kavmi olan Türklere “atlı kavimler” ve onların oluşturdukları kültüre
de “atlı kültür” denilmiştir (Durmuş, 2009: 96). Asya Türklerinin destanlarında önemli bir yere
sahip olan atların, bir totem olarak “12 Hayvanlı Türk Takviminde” 7. Yıla adını verdiği
görülür. Türklerin inanışına göre, at gökten inmiştir (Armutak, 2002: 414).
İslamiyet’ten önceki Türklerin önem verdikleri diğer bir hayvan cinsi, kartaldır. Kartal
güç, kuvvet, sonsuzluk sembolü olarak eşitli milletlerin kültür ve mitolojilerinde kendine özel
bir yer bulmuştur (Durmuş, 2009: 107). Kartal, sadece gökyüzünde uçan bir canlı değil aynı
zamanda yeryüzündeki canlılara korku ve dehşet verebilen özelliklere sahiptir. Bundan dolayı
kartal, Türkler arasında kutsal hayvanlar sınıfında yer almıştır. Kurganlardan çıkarılan
buluntular arasında kartal ile ilgili motiflerin yer alması onun önemini göstermektedir. Orta
Asya’da M. Ö. 2. Bin başları olarak tarihlenen Kurat kurganı içinde bir kartal pençesine
- 387 -
rastlanmış, Köl Tigin’in büstünde serpuşun ön tarafında kanatları açık bir kartal kabartması
yapılmıştır. Yuvasını yalçın kayalar üzerine yapan, çok yükseklerde uçan Kartal’ın aynı
zamanda avcı kuşlar türünde bulunması, ona bir kutsallık izafesine sebep teşkil etmiş olabilir.
Bu yüzden kartal tasvirinin Türk menşeden geldiği ileri sürülmüştür (Kafesoğlu, 1993: 286).
Kartalın Türk kültür çevresinde hâkimiyet timsali, yani devlet arması olarak da betimlendiği
görülmektedir (Durmuş, 2009: 108). Selçuklu Devleti’nin arması olarak gördüğümüz Çift Başlı
Kartal figürü, bozkır Türklerinde görülen kartal motifinin sonraki yüzyıllara yansıması olarak
değerlendirilmelidir. Kartalın kutsal hayvanlar cinsinden olmasının en önemli sebebi Şamanizm
ve mitolojik unsurlar içinde etkisinin büyük olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumun
oluşmasında Kartalın Tanrının gölgesi olarak görülmesi etkilidir. Kartala önem verilmesindeki
diğer etken, güç ve kudret sahibi olması sayılabilir. Kartal figürüne Hun sanatında rastlandığı
gibi Anadolu’da özellikle Selçuklu sanatında da bu figüre rastlanmaktadır. Kartal figürü,
mimari yapılarda ve mezar taşlarında görülmektedir.
Türk kültür çevresinde kaplumbağa yaygın olarak yer almaz. Özellikle bozkırlarda
kaplumbağaya rastlanmaz. Buradan Türkler kaplumbağayı tanımaz sonucu çıkarılmamalıdır.
İklimin uygun olduğu kültür coğrafyalarında kaplumbağa vardı ve Türkler o coğrafyalara
yayılınca kaplumbağayı gördüler (Durmuş, 2009: 114). İslamiyet’ten önce Türklerin kültürleri,
yaşam biçimleri, tarih ve edebiyatları gibi pek çok konuda bilgi sahibi olduğumuz Orhun
Abidelerinin kaidesi olarak kaplumbağa simgesi kullanılmıştır. Köl Tigin Abidesi, kaplumbağa
simgesinin üzerine dikilmiştir. Böylece kaplumbağanın sonsuzluğun ve kudretin temsilcisi
olduğu düşünülmüştür. Kaplumbağanın yazıt kaidesi olarak kullanılması uzun ömrü ifade
etmesi olarak yorumlanabilir. Uzun ömürlü bir hayvanın böyle ebedi bir taşın kaidesi olması
gayet mantıklıdır (Durmuş, 2009: 114).
Eski Türklerin önem verdikleri hayvanlardan biri de koyundur. Koyun, Türklerin
hayatında önemli bir yere sahiptir. Çünkü Türkler, daha küçük yaşta iken çocuklarını koyun
sırtında eğitmekte, atıcılık ve binicilik deneyimleri koyun üzerinde verilmekte idi. Bundan
sonra Türkler at sırtında rahatça hareket edebilmekteydi. Türklerin ilk takvimi olan 12 Hayvanlı
Takvimde de koyun yılı görülmektedir. Takvimde koyun yılının olması, koyunun kutsal kabul
edilen bir hayvan olduğunun göstergesidir. Koyunu totem olarak kabul eden Türk boylarının
varlığı bildirilmiştir. Bir efsaneye göre; toprağa koyun kemiği ekilecek olursa oradan kuzular
çıkar. Bu kuzuların, göbeğinin topraktan kopması için ürkütülmeleri gereklidir (Armutak, 2002:
418).
Eski Türklerde keçi, tavşan, köpek, kaplan gibi hayvanlar totem olarak kabul edilmiştir.
Türklere göre hayvanlar, kutsal olarak görülmüştür (Armutak, 2002: 419-421). Bu hayvanların
kutsal olarak görülüp, 12 Hayvanlı Türk Takviminde yer almış olması bir tabu haline gelmesine
neden olmuştur. Bu yüzden bu hayvanlara saygı gösterilmiştir.
3. Efsanelerde Geyik
Geyik ile ilgili unsurlar efsane, destan ve masallarda anlatılmaktadır. Türk kültür tarihi
açısından efsane ve destanlarda geçen geyik hikâyeleri Türklerin geyiğe önem vermelerinin bir
sonucudur. Aynı zamanda İslamiyet’ten sonra da geyik ile ilgili anlatılar devam etmiş, İslami
bir kimliğe bürünerek Anadolu kültür tarihinin önemli bir unsurunu oluşturmuştur. Hunların
menşe efsanesine göre “Eski Hun avcıları kendi âdetlerine göre bir sürgün avı yapıyorlarmış. Avlana
avlana Maeotis bataklıklarının iç kısımlarına doğru gitmişler. Bu sırada nereden geldiğini bilmedikleri bir
dişi geyik çıkmış karşılarına. Başlamış dişi geyik onlara bataklığa doğru yol göstermeğe. Onlar da
ellerinde olmadan dişi geyiğin peşinden gitmişler. Geyik bazen gidiyor ve bazen da durarak onlara
bakıyormuş. Avcılar geyiği ha vurduk, ha vuracağız derken, iyice bataklığın içine girmişler. Az sonra
bataklığın öbür kenarı görünmüş. Hâlbuki Hunlar bu bataklığı geçilmez bir okyanus kadar büyük
görürlermiş. Bataklığın karşı yakasında ise İskitlerin memleketi varmış. Hun avcıları İskit memleketine
ayak basar basmaz, geyik de birdenbire kaybolmuş” (Ögel, 1993: 578). Burada geyiğin yol gösterici
olma özelliği gösterilmektedir. Kuzey-batı Sibirya’da oturan Fin-Ugor kavimlerinin ataları da
geyik idi. Bu kavimlerin Vogul ve Ostiyak bölümlerinin masalları, gerçek birer mitolojidir.
- 388 -
Bunların geyik ataları ile ilgili efsaneleri bulunmaktadır (Ögel, 1993: 577). Bozkır göçebelerinin
Anadolu’ya kadar gelen öykülerinde geyik ölmekle yok olmaz, göğe gider. Karadeniz
İskitlerinin torunları oldukları söylenen, Kafkasya’da bugünkü Gürcistan halklarından
Oset’lerin geyiğe dayanan söylenceleri, Orta Asya göçebelerinin geyikle ilgili inançları
Anadolu’ya taşınmıştır (Tekçe, 1993: 116-118).
Türklerin Anadolu’ya gelmeleriyle birlikte Anadolu coğrafyasında da geyikle ilgili
efsanelere rastlanmaktadır. Çeşitli kaynaklarda hikâye, efsane, destan gibi adlandırmalarla
anılan eserler Anadolu’da Türk edebiyatının teşekkül devresi olan 13. yüzyılda oluşmaya
başlamış çoklukla da 14. ve 15. yüzyıllarda yazıya geçirilmişlerdir. Bu hikâye ve destanlar,
halkın teveccühünü kazanmış ve zamanla çeşitli dost meclislerinde okunula gelmiş olmalıdır
(Kuzubaş, 2008: 305). Geyik ile ilgili efsanelerin ortaya çıkmasında insanların yabani hayvanlara
karşı hükmetme gücünün etkisi vardır. Bu etki Anadolu insanının zihninde bir motif şekline
dönüşmüştür. Anadolu’da anlatılan geyikle ilgili efsanelerden birisini “Alageyik Efsanesi”
oluşturur. “Alageyik” efsanesinde, geyik avına meraklı olan genç, düğün gecesi gelini ortada
bırakıp seslerini duyduğu geyiklerin peşinden gider ve içlerine su birikmiş oyuklardan birine
düşüp boğularak can verir (Karadavut-Yeşildal, 2007:105). Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde
efsaneleşmiş, nesilden nesile aktarılan Ala Geyik hikâyesinin temelini Orta Asya’dan batıya
yapılan göçlerde aramak gerekir. Çünkü Türkler, batıya göç ederlerken Orta Asya’daki
kültürlerini de beraberlerinde getirmişlerdir. Ala Geyik efsanesi, Toroslarda geçen bir
hikâyedir. Avcı Halil’i eşinden, gerdek gecesinden ayıracak kadar derin bir etkiye sahip bir
efsanedir. Evlenip de gerdek gecesinde birbirinden ayrılmak zorunda kalan Halil ile Zeynep’i
birbirinden ayıran ala geyiğin efsanesidir. Ala Geyiği avlamak için gerdek gecesi dağlara koşan
Halil, geyik uğruna canını vermiştir. Zeynep de eşinin geyik uğruna canını kaybetmesini
hazmedemez ve o da eşinin bulunduğu uçuruma kendini bırakıverir. Efsane bu ya her yıl
ikisinin mezarı üzerinde iki çiçek açar ama bu çiçekler boy verip birbirine kavuşamadan
uzaklardan gelen bir geyik bu çiçekleri yer. Anadolu’da görülen Ala Geyik efsanesinin temeli
Güney Sibirya topraklarında anlatılan masallara dayanmaktadır. Güney Sibirya masallarında,
bir bahadırın avlanırken karşısına bir geyik çıktığından ve o geyiğin takip edildiğinden
bahsedilir. Geyik kaçar, genç kovalar. En sonunda bir bakır dağın önüne gelirler. Baştanbaşa
bakırdan yapılmış olan dağ birdenbire açılır ve geyik de bu delikten içeri girer (Ögel, 1993: 24).
Bu masalda anlatılanlar ile Anadolu’da anlatılan Ala Geyik efsanesindeki ifadeler birbirine
benzemektedir.
Geyik motifi ile ilgili Anadolu’daki efsanelerden birisi Bursa’da bulunan Geyikli
Baba’ya aittir. Sultan Baba veya Geyikli Sultan Baba olarak da bilinmektedir. XIV. yüzyılda
Bursa civarında yaşayan Geyikli (Ahulu) Baba, Bizans’la mücadele eden derviş-gazilerden
biridir. Geyik sakladığı ve geyiğe bindiğinden dolayı Geyikli Sultan Baba da denilmektedir
(Tanyu, 1967: 187; Karadavut-Yeşildal 2007:109). Geyikli Baba’nın Orhan Gazi’nin Bursa’yı
fethettiği dönemde Osmanlı ordusunda yer aldığı, bindiği geyiğinin üzerinde kılıç sallayarak
çarpıştığı anlatılmaktadır. Anadolu Türkmen dervişlerinden Orhan Gazi’nin çağdaşı Geyikli
Baba’nın geyiklerle beraber yürümesi ve geyiklere binmesi Şamanizm unsurlarıdır. Geyikli
Baba’nın geyiğe binerek gezmesi hakkındaki menkıbe Altaylı kamların okudukları dualarda
“bindiğim hayvan geyik-sığın” sözlerini hatırlatmaktadır (İnan, 2000: 83).
Anadolu’daki anlatımlardan birisi de Hasan Dede’ye aittir. Hasan Dede’nin de
geyiklerle olan yakınlığı, yanına tuz alarak dağlara çekilip geyiklere tuz yalattığı şeklinde
rivayet edilir (Karadavut-Yeşildal, 2007:109). Geyiklere tuz yalatma ile ilgili bir rivayet Ankara-
Çamlıdere’de bulunan Cibilli Dede’ye aittir. Cibilli Dede’nin dağda yaşayan geyiklere tuz
yedirdiği bilinmektedir.
Anadolu’daki geyik ile ilgili anlatıların yoğunlaştığı diğer bir bölge Ankara
çevresindeki Polatlı ilçesindedir. Hikmet Tanyu, “Karaca Ahmet isimli bir çiftçinin Polatlı’nın Tekke
Köyünde yaşadığını, bu çiftçinin tarlasını sürmek için çifte, iki geyik koştuğunu, bu geyiklerinden
birisinin avcılar tarafından vurulduğunu ve avcıların yıllarca bundan ızdırap duyduklarını” (Tanyu,
1967: 143) anlatmaktadır. Burada da geyik ile ilgili farklı bir anlatım söz konusudur.
- 389 -
Geyik motifi Anadolu’da daha çok türbelerin etrafında yoğunluk kazanmıştır. Bu
motifin yatır ve türbelerin etrafında yoğunlaşması, mitolojik unsurun İslami bir kimliğe
dönüşmesi olarak izah edilebilir. Afyonkarahisar’da bulunan Merdik Sultan Türbesini bu
duruma örnek olarak gösterebiliriz. Hikmet Tanyu, “Merdik Sultan adlı bir dedenin çocukları iyi
ettiğine inanıldığını, mezarının yan tarafındaki küçük duvar deliğinde bir geyik boynuzunun
bulunduğunu ve bu delikte bulunan geyik kemiği ile hasta çocuğun iyileştirildiğini, çocuk ölürse
Dede’nin çocuğun acı çekmesini önlediğine inanıldığını” (Tanyu, 1967: 157) ifade etmektedir.
Buradan mitolojik bir unsur olan geyik motifinin İslami bir kimliğe büründüğü, hastaların şifa
bulmasını sağlayan bir unsur olduğu görülmektedir. Bu uygulamanın, Şamanizm’in bölgede
yansıması olarak görüldüğünü belirtmekte fayda görmekteyiz. Afyon’da bulunan Şakalak Dede
türbesi de yine aynı şekilde geyik boynuzunun bulunduğu bir yerdir. Şakalak Dede türbesinde
Geyik Boynuzunun dikkate değer bir önem arz ettiği, geyik boynuzunun ziyaret edilen
mezarda bulunduğu, şifa niyetiyle alınıp kullanıldığı (Tanyu, 1967: 158) görülmektedir.
Geyiğin boynuzları günümüzde, güçlü bir nazarlık olarak kabul edilmekte ve evlerde
duvarlara asılmaktadır (Karadavut-Yeşildal, 2007:109). Bu uygulamaya Anadolu’nun birçok
yerinde rastlanmaktadır. Ankara – Çamlıdere’de bazı evlerin giriş kısmında geyik
boynuzlarının asılı olduğunu bilmekteyiz.
4. Sanat ve Mimaride Geyik
Türklerin geyiğe önem verdiklerinin diğer bir işaretini sanat eserlerinde görmekteyiz.
Bozkırlarda yaşayan Türkler, hayvanlarını sembol olarak kullanarak eserlerine yansıtmışlardır.
Hayvanların sanat eserlerinde kullanılmasından dolayı Hayvan Üslubu adı verilen bir tür
ortaya çıkmıştır. Dokumalarda, keçelerde, kılıç, mızrak ve bıçaklarda, at koşumlarında,
eyerlerde, kılıçların saplarında, maşrapaların kulplarında ve gövdelerinde hemen her tarafta
hayvan figürleri yer almıştır (Diyarbekirli, 1972: 123). Hayvan figürlerinin sanat eseri olarak
günümüze ulaşmasındaki en önemli faktör ise ölümden sonraki anlayışın varlığıdır. Türkler,
ölümden sonraki hayata inandıkları için sanat eserlerini de kurganlarına koymak suretiyle bu
eserlerin günümüze ulaşmasına zemin hazırlamışlardır.
Orta Asya sanatının en başta gelen motifi geyiktir (Ögel, 1993: 573). Geyik motifine
resim veya sembol olarak sıklıkla rastlanır. Anadolu’da alageyiği kovalayan ve kaybolan avcı
motifi masallarda ve türkülerde sıklıkla görülür. “Geyik de çekti beni kendi dağına.” (Anadolu
Halk Türküsü) (Karakurt, 2011: 22). Geyik motifinin sanat eserlerine yansımasını çoğunlukla
kurganlardan çıkarılan eserler arasında görmek mümkündür. Bu eserlerden en önemlisi,
Pazırık Kurganından çıkarılan Pazırık Halısıdır. Bu halı üzerinde geyik motiflerinin yer alması,
ona sanat eseri olarak önem verildiğinin göstergesidir. Yine kurganlardan çıkarılan geyik
heykellerinin varlığı, onların önemini göstermektedir.
Türklerde geyiğin önemli bir hayvan olduğunu gösteren önemli bir kaynak ise
kurganlardan elde edilen buluntulardır. Kurganlardan çıkarılan buluntular arasında geyik
maskelerinin yer alması, Türklerin geyiğe önem verdiklerini gösterir (Durmuş, 1993: 96;
Durmuş, 2009: 112; Durmuş, 2002: 19). İskitler ile ilgili kurganlardan çıkarılan buluntular
arasında da geyik motiflerine rastlanmaktadır. Bunun yanında İskit kurganlarından çıkarılan
buluntular arasında geyik maskeleri de bulunmaktadır. İskitlerin yapmış oldukları geyikler
genellikle yere çökmüş vaziyette betimlenirler. Kuban bölgesinden çıkarılmış bir kalkan ya da
elbise süsü olarak kullanılan bir örnekte hayvanın ön ve arka ayakları birleştirilerek bedenin
altında toplanmıştır. Boyun, abartılı bir şekilde işlenmiş, boynuzların ağırlığını dengelemek
ister gibi belirgin bir şekilde ileri doğru uzatılmıştır. Burada dikkat çeken özellik, erkek geyiğin
en önemli organı olan boynuzların olması gerekenden daha büyük, abartılı bir şekilde
verilmesidir. Geyiğin bu denli çok sevilmesinin nedeni mitolojilerinde önemli bir yer tutmasıdır
(Yılmaz, 2002: 28-29).
Türk kültürünün önemli sanat eserlerinden biri olan Pazırık halısı, eski Türk
yurtlarından Altay Dağları’nın Pazırık Vadisi’ndeki V numaralı Hun kurganında bulunmuştur
(Tekçe, 1993: 19). Bu kurgandan çıkarılan Pazırık halısı üzerinde at ile birlikte geyiklerin tasvir
- 390 -
edilmesi, Türklerin geyiğe önem vermelerinin bir sonucu olarak yorumlanmalıdır. Pazırık
halısını süsleyen geyik, Orta Asya göçebe sanatında çok rastlanılan bir motiftir. Bu durum,
Ordos bölgesinde bulunmuş Hun kemer tokalarında da sıkça görülür (Tekçe, 1993: 115).
Pazırık, Tuyahta ve Başadar kurganlarından çıkarılan figürler arasında ağzında bir geyik başı
tutan ejderha ve geyikle dövüşen bir hayvanın tasvirlerinin yer alması önemlidir (Ögel, 1993:
33). Hun dönemine ait olan Birinci Pazırık Kurganı’ndan çıkartılmış bir eyer örtüsü üzerinde
geyik ile kartalın ümitsiz mücadelesi resmedilmiştir. Kartal-geyik mücadelesi, Noin Ula
Kurganı’ndan çıkarılan işlemeli bir kumaş örtüsünde ve daha sonra Avrupa’nın merkezine
kadar göçler ve akınlar yapan Türk boylarının eserlerinde görülür (Diyarbekirli, 1972: 130).
Pazırık kurganından çıkarılan birbiriyle dövüşen hayvan figürlerinin içinde en favori hayvan
olarak erkek geyik görülmektedir (Rıce, 1957: 132). II. Pazırık Kurganı’ndan çıkarılan buluntular
arasında da geyik motifleri yer almaktadır. Kurganın çam gövdesinden yapılmış lahit kapağı
üzerinde koşan geyik figürleri yer almaktadır. Mezarda altın levhalarla kaplanmış tahta geyik
figürünün bulunması da Türklerin geyiğe verdikleri önemi göstermektedir (Çoruhlu, 2002a: 61-
62). Altay mezarlarından çıkan kalıntılar arasında bir bayrak direğine dikilmiş küçük bir geyik
heykeli ile atlara geçirilmiş geyik maskelerinin bulunması Türklerin geyiğe verdikleri önemi
göstermektedir (Gülensoy, 1989: 22). Hun sanatçılarının yırtıcı hayvanların geyik, antilop, keçi,
koyun, inek gibi hayvanlara saldırma sahnelerini tekrarlamaları Türklerin hayatında geyiğin
önemli olduğunu göstermektedir (Diyarbekirli, 1972: 123). V. Pazırık Kurganından çıkarılan
buluntular arasında da geyik motifleri görülmektedir. Pazırık kurganından çıkarılan at koşum
takımlarının üzerinde geyik motifleri görülmektedir. Hayvan motiflerinin yanında geometrik
şekiller kullanılmıştır (Rice 1957: 129-130).
Göktürklerde de geyik, kutsal kabul edilmektedir. 2001 yılında Moğolistan’da Bilge
Kağan Külliyesinde yapılan kazı neticesinde Bilge Kağan Hazinesi olarak ele geçen 2280 adet
buluntunun içinde altın ve gümüş eserler, değerli taşlar, dokuma parçaları, çeşitli eşyalarla
birlikte iki geyik heykelciği bulunmuştur. Bunlar minyatür boyutta yapılmış mezar eşyalarıdır
(Çoruhlu, 2002b: 98). Mezar eşyalarının içinde geyik heykelciklerinin bulunması Türklerin
öldükten sonraki yaşamlarında da geyiğe ihtiyaç duyduklarını ve ölümden sonra da onu
kullanacaklarını göstermektedir. Durmuş, Göktürk döneminde geleneğe uygun olarak geyikli
taşlar bulunduğunu, geyik tasvirlerinin külliyelerle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Durmuş,
Bilge Kağan Anıtlığı’ndan çıkartılan geyik heykelciklerinin gümüş oldukları hakkında bilgi
vermektedir (Durmuş, 2009: 113). Göktürk döneminde geyik tasvirlerinin yazıtların bulunduğu
Bilge Kağan külliyesiyle sınırlandırılmış olması, diğer taraflarda olmadığı anlamına
gelmemektedir. Türklerin hayatında önemli olduğu görülen geyiğin farklı bölgelerde yer alması
muhtemeldir.
Mitolojik bir unsur olarak gördüğümüz geyik motifine, mimaride de rastlanmaktadır.
Tokat’ta Çöreği Büyük Tekkesinde geyik kabartması ve Anadolu’nun muhtelif yerlerinde Geyik
boynuzu gibi şekiller, resimler dikkat çekicidir (Tanyu, 1968: 97). Geyik motifinin yer aldığı
diğer yapıtlar mezar taşlarıdır. Hikmet Tanyu, Afyon’daki mezar taşı işlemelerinde geyik
motifinin yer aldığını ifade etmektedir (Tanyu, 1968: 177).
Sonuç
İslamiyet’ten önce Türklerin hayatında bazı hayvanlar önemli yer tutmuştur. Bu
hayvanların başında şüphesiz onlara yol gösterici olarak bilinen kurt gelmektedir. Kurt,
Türklerin hem yol göstericisi hem türeyiş efsanesine konu olan hayvandır. Kurt’un yol gösterici
özelliğinden dolayı kurt, Türklerin ongun’u haline gelmiştir. Totem olarak kurt başları
kullanılmış, bayraklarda dahi kurt başı sembol olarak görülmüştür. Göktürk bayrağı, mavi
zemin üzerine çizilmiş kurt başıdır.
Türklerin hayatında önem sırasına göre ikinci derecede geyik gelmektedir. Konargöçer
Türklerde attan önce geyiğin gelmesi ise atın henüz evcilleştirilmemiş ve Türklerin hayatına
girmemiş olmasıyla izah edilebilir. Geyik, Türklerde önemli av hayvanlarındandır. Bu açıdan
Türklerin ekonomilerini etkileyen bir özelliğe sahiptir. Geyik ile ilgili mitolojik unsurlar, destan
- 391 -
ve efsanelerde görülmektedir. Orhun Abideleri, Divan-ı Lugat’it Türk gibi çağdaş kaynaklarda
geyiğin geçmesi, Türklerin hayatında onun önemli olduğunun bir göstergesidir. Geyik ile ilgili
efsaneler, Türklerin anayurttan batıya yaptıkları göçlerinin neticesinde Anadolu coğrafyasına
taşınmış, İslamiyet’in kabul edilmesiyle birlikte İslam inancı içerisinde yer almıştır. Geyik
efsaneleri, zamanla İslam dininin içinde imiş gibi algılanmış, özellikle yatır, türbe gibi dini
mekânlarda geyik ile ilgili rivayetler ve uygulamalar göze çarpmıştır. Anadolu halk kültürü
içinde çeşitli yerlerde nazara karşı koruyucu olması düşüncesiyle evlerin çatılarına veya
duvarlarına geyik boynuzları asılmıştır. Böylece o ev veya yerleşim yeri kötü ruhlardan
korunmuş olacaktır.
Geyik, Türk kültürü açısından önemli bir özelliğe sahip olduğundan ele geçirilen
kurgan kalıntıları içerisinde de göze çarpmaktadır. Kurganlardan çıkarılan eserler arasında
geyik heykellerinin yer alması bunu doğrulamaktadır. Mimari yapılarda, özellikle mezar
taşlarında geyik kabartma ve motiflerinin yer alması önemlidir.
KAYNAKÇA
ALMUTAK, Altan (2002). “Doğu ve Batı Mitolojilerinde Hayvan Motifi”, İ.Ü. Veteriner Fakültesi Dergisi, 28 (2), s. 411-
427.
AYTAŞ, Gıyasettin (1999). “Türk Kültür ve Edebiyatında Geyik Motifi ve ‘Haza Destan-ı Geyik’ ”, Türk Kültürü ve Hacı
Bektaş-ı Veli Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 12, s. 161-170.
ÇORUHLU, Yaşar (1999). Türk Mitolojisinin ABC’si, İstanbul.
ÇORUHLU, Yaşar (2002a), “Hun Sanatı”, Türkler, Cilt IV, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, s. 54-76.
ÇORUHLU, Yaşar (2002b). “Göktürk Sanatı”, Türkler, Cilt IV, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, s. 91-99.
DİYARBEKİRLİ, Nejat (1972). Hun Sanatı, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
DURMUŞ, İlhami (1993). İskitler (Sakalar), Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
DURMUŞ, İlhami (2002). “İskit Kültürü”, Türkler, Cilt IV, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, s. 15-25.
DURMUŞ, İlhami (2009). Bilge Kağan, Köl Tigin ve Bilge Tonyukuk, Ankara: Maya Akademi Yayınları.
EBERHARD, W. (1996). Çin’in Şimal Komşuları, Çev: Nimet Uluğtuğ, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
ERGİN, Muharrem (1983). Orhun Abideleri, 9. Baskı, İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
ERGİN, Muharrem (2003). Dede Korkut Kitabı, Yayına Hazırlayanlar: Murat Emre Şahin-Hasan Kadıköylü,
www.hisargazetesi.com/erişim: 10.02.2013
GÖKALP, Ziya (1976). Türk Medeniyeti Tarihi, Hzl: İsmail Aka-Kazım Yaşar Kopraman, İstanbul: Kültür Bakanlığı
Yayınları.
GÜLENSOY, Tuncer (1989), Orhun’dan Anadolu’ya Türk Damgaları, İstanbul.
GÜNAY, Ünver- GÜNGÖR, Harun (2003). Başlangıçlarından Günümüze Türklerin Dini Tarihi, İstanbul: Rağbet Yayınları.
İNAN, Abdülkadir (1976). Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları.
İNAN, Abdülkadir (2000). Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, 5. Baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu.
KAFESOĞLU, İbrahim (1993). Türk Milli Kültürü, 10. Baskı, İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
KARADAVUT, Zekeriya – YEŞİLDAL, Ünsal Yılmaz (2007). “Anadolu Türk Folklorunda Geyik”, Milli Folklor Dergisi,
Yıl 19, Sayı 76, s. 102-112.
KARAKURT, Deniz (2011). Türk Söylence Sözlüğü, Açıklamalı Ansiklopedik Mitoloji Sözlüğü, 2. Baskı, E-kitap, Türkiye.
KAŞGARLI MAHMUD (1985), Divan-ı Lugat’it Türk Tercümesi, Cilt I, Çev. Besim Atalay, Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
KAŞGARLI MAHMUD (1985), Divan-ı Lugat’it Türk Tercümesi, Cilt III, Çev. Besim Atalay, Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
KOCA, Salim (2003). Türk Kültürünün Temelleri, C. II, Ankara.
KUZUBAŞ, Muhammet (2008). “Manzum Bir Destan Kitabı (Destân-ı Veysel Karânî, Vefât-ı Hz. Fâtıma, Vefât-ı Hz.
İbrâhîm, Hikâyet-i Gügercin, Hikâyet-i Geyik), Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Volume 1/2, s. 304-340.
ÖGEL, Bahaeddin (1993). Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları İle Destanlar), Cilt I, Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi.
RASONYI, Laszlo (1971). Tarihte Türklük, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
RICE, Tamara Talbot (1957). The Scythıans, London.
TANYU, Hikmet (1967). Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınları Ankara Üniversitesi Basımevi.
TANYU, Hikmet (1968). Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları Ankara
Üniversitesi Basımevi.
TAPLAMACIOĞLU, Mehmet (1983). Din Sosyolojisi, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları.
TARHAN, M. Taner (2002). “Ön Asya Dünyasında İlk Türkler: Kimmerler ve İskitler”, Türkler, C. I, Ankara: Yeni
Türkiye Yayınları, s. 597-610.
TEKÇE, E. Fuat (1993). Pazırık Altaylar’dan Bir Halının Öyküsü, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
YILMAZ, Anıl (2002). “İskit Sanatı”, Türkler, Cilt IV, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, s. 26-32.
YÜCEL, Ersan (1975). “Totemizm”, Sosyal Antropoloji ve Etnoloji Dergisi, Sayı 2, 1975’ten ayrıbasım, s. 69-78.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder