ATTİLA
Bütün dünya tarihini yakından ilgilendiren ve herkes tarafından da kendi
isimleriyle tanınan çok az insan vardır. Đşte, dünya milletlerinin büyük bir
kısmının bildiği ve özellikle Avrupa halklarının çoğunun milli kahramanı, bir
bölümünün efsanelerine ve hatta destanlarına kadar giren bir kişidir, Attila.
Dünyadaki bir kısım tarihçi için yeryüzünün gelmiş-geçmiş en büyük
hükümdarları arasında hiç şüphesiz Attila ve Çingiz Han’ın yerleri bambaşkadır.
Đkisi de sadece mensubu bulundukları milletlerin tarihlerinde ve kültürlerinde
değil, dünyanın aşağı-yukarı yarısına yakın bir topluluğunun kaderinde söz
sahibi olmuşlardır. Hususiyetle M.sonra 5. yüzyılda gerçekleşen Hun akınları ve
Attila’nın Avrupa’daki faaliyetleri bugünkü Avrupa’nın şekillenmesinde önemli
rol oynamıştır. Tarihte “Kavimler Göçü” diye de anılan bu hareket sonucunda,
yer-yüzünden birçok halk kalktığı gibi, yeni yeni devletler ve toplulukların da
ortaya çıkması söz konudur.
Tarihi kaynaklardan takip edebildiğimiz kadarıyla Hun adıyla anılan
Türklerin Asya’da kurdukları hanedanlıklar şu veya bu şekilde, 5. asrın ikinci
yarısına değin varlıklarını sürdürmekle beraber, daha önceki zamanlarda vukua
gelen bölünmeler sebebiyle zaman zaman batıya doğru göçmüşlerdir. Bu göçler
ve ayrılıkların en büyüklerinden birisi M.önce 55’lerde meydana gelince Küçük
Yabgu ile beraber büyük bir Türk-Tölös grubunun, dolayısıyla Hun siyasi adı
altında birleşen Türk kabilelerinin bugünkü Türkistan ve Kuzey Kazakistan
bölgesine geldiklerini biliyoruz. Dolayısıyla Hunlar sadece Asya’da varlıklarını
sürdürmediler; onlar Avrupa’yı da dize getiren güçlü bir devlet kurdular.
Aslında burada ve daha kuzeydeki Đdil-Ural Havzasında, Türkler Mo-tun Yabgu
çağından çok önceleri yurt tutmuşlardı. Hem tarihi kaynaklar, hem de Türklere
ait destanlar ile efsaneler bunu doğruluyor. Meşhur Oguz Kagan’ın seferlerinden
birisi Hazar’ın kuzeyine, Đdil-Ural ve Doğu Avrupa topraklarına olmuş, bu
mıntıkada bir Türk idaresi tesis edilmişti. Buna bağlı olarak, Karadeniz’in
kuzeyinde bugünde varlığını koruyan Türk soylu halklar gibi, birtakım Fin-Ugor
kavimlerinin de etnik oluşumunda Türk tesirinin bulunduğunu pekçok ilim
adamı savunmaktadır. Konuştukları dillerin içindeki Türkçe kelimelerle, bazı
gelenek ve göreneklerini de kapsayan kültürel izler bunu ispatlıyor.
Đşte M. önce 1. asırda batıya gelen Hunların bir bölümü Avrupa’da ortaya
çıkan Türklerin temelini oluşturdular. Arkasından M.sonra 155’lerde Asya’daki
∗ Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü
2
Hunlar ikinci bir darbeye maruz kalmışlar; tarihi eserlerde Kuzey Hunları diye
anılan bu Türklerin büyük bir kısmı, Küçük Yabgu Hunlarına benzer bir şekilde
Türkistan’ın batı taraflarına, oradan da Đdil-Ural ve Kafkasya sahasına
ulaşmışlardı. Onlar, 4. yüzyılın ortalarına (355-365) geldiğimizde Kafkasya
bölgesi ve Hazar çevresine hakimdiler.
Hunların başında bu sıralarda önce Balam-er, peşinden de Yılduz Kagan’ı
görmekteyiz. M.sonra 400’lerde Hun başbuğu Yılduz (Uldız) Kagan, her iki
Roma’yı da baskı altına almaya başlamış; Roma içten içe kaynar iken isyanlar
ve kargaşa da alıp başını gitmişti. Yılduz Kagan karşısında düzensiz ve korkak
bir düşman olmasını istemediğinden Roma’ya yardım ederek, isyancılardan
temizledikten sonra, 409’da Tuna’yı geçip; Trakya’da Doğu Roma’nın umumi
valisiyle barış imzaladı. Kaynakların bildirdiğine göre; Yılduz bu görüşmelerde
“güneşin battığı yere kadar her tarafı zaptedebileceğini” söylüyordu. Bu Türk
cihan hakimiyeti telakkisinin büyüklüğünün bir işaretidir.
Yılduz Kagan’ın 410’larda öldüğü sanılıyor. Ondan sonra başa geçen
Kara-tonga hakkında maalesef çok az bilgiye sahibiz. Yukarıda belirttiğimiz
üzere, Yılduz’ın ardından Türkleri yöneten diğer Türk beyleri Rua (ki bu isim
Türkçe bir kelimenin Latin kaynaklarına bozularak geçmiş şekli olmalıdır. Belki
Yula/ Boyla/ Börü), Muncuk, Ay-bars ve Oktar hepsi onun izinden yürümüşler,
her iki Roma’ya karşı da, Yılduz’ın siyasetini sürdürmüşlerdir.
420 sıralarında Hunların idaresini işte bu çok değerli dört kardeş
üstlenmişti. Meşhur Attila da bunlardan Muncuk’un oğluydu ve Muncuk erken
yaşlarda öldü. Attila’yı amcası Rua yetiştirdi. Bu dört kardeşin en büyüğü olan
Rua kagan seçildi ve 422 senesinde Bizans’ı yıllık vergiye bağladı. Đki Roma
arasındaki iç mücadeleye de karışan Türkler, her iki taraftan da haraç alıyorlardı.
Rua’nın hükümdarlığının son dönemlerinde Hun devletinin içinde birtakım
anlaşmazlıkların yaşandığı ortadadır. Bazı Hun beyleri onun hışmından
kurtulmak amacıyla Bizans’a sığınmışlarsa da, imparator II. Theodosios’a bir
ültimatom yollanarak, bunların iadeleri istendi. Fakat bu sırada (434) Rua da
öldü. Böylece, doğuda Türkler bir fetret devri yaşıyorlarken, batı da yeni bir
güneş doğuyordu ki; bu amcasının yerine devletin başına geçen Attila adındaki
Türk asilzadesiydi.
O, çocukluğundan itibaren sıkı bir savaş ve devlet eğitimi alan, amcasıyla
beraber bütün savaşlara katılan; demir bilekli, çelik yürekli bir Türk
kahramanıydı. Kardeşi Bleda (bu isim de Türkçe bir adın veya unvanın
bozulmuş şekli olsa gerek; belki Boyla/ Bolat/ Bilge?) daha zayıf olduğundan;
hükümdarlıkta ciddi bir talebi yoktu. Bir süre devletin idaresinde kardeşine
yardımcı olduktan sonra herne kadar Attila tarafından öldürüldüğü söyleniyorsa
da; bilinmeyen bir sebeple 445 tarihinde vefat etmiştir.
3
Derhal harekete geçen Başbug Attila, 434 yılında Bizans’a diz çöktürdü.
Bunun üzerine Doğu Roma, Türklere ateşkes yapmak zorunda kaldı.
Kostantiniya veya Margus Barışı diye bilinen andlaşmaya göre; Bizans hiçbir
surette Türklerin düşmanlarıyla ittifaklara girişmeyecek, Türk yurdundan
kaçanlara kucak açmayacak ve her yıl ödediği vergiyi iki katına çıkaracaktı.
Attila da tıpkı dedesi Yılduz gibi, Roma’yı iç karışıklıklarla boğuştuğu bir
sırada destekledi. Birçok yabancı kavmi Türk hakimiyeti altına aldı. Doğu
Roma’ya, yani Bizans’a 441-442’lerde taarruz ettiği gibi, 447’de Balkanlara
ikinci defa yürüdü. Avrupalılar kendileri için bunca felakete sebep olan bu
kişiden kurtulmanın yollarını aramaya başladılar. O zamanki dünyanın tek
efendisi haline gelen Attila’yı Romalılar ortadan kaldırmak için bir suikast planı
yaptılar. Attila’nın nezdine giden elçilik heyetine sokulan bir casus, Attila’yı
öldürmekle vazifelendirildi. Ancak bu heyette bulunan Eçe-kun/ Ede-kun
(kaynaklarda bu şahsın adı da farklı yazılıdır) isimli bir Türk durumu öğrenince,
Attila’ya haber vermiş; o da suikastçilere suçlarını itiraf ettirdikten sonra Roma
imparatorunu aşağılamıştır.
Bundan sonra Başbug Attila’nın daha önce kendisine bir nişan yüzüğü
gönderen III. Valentinianus’un kız kardeşi Honoria’nın evlilik teklifine olumlu
cevap vererek; Roma imparatorluğunda hak iddiasında bulunduğunu görüyoruz.
Arkasından Macaristan’daki merkezlerinden 451 senesinde yola çıkan
Türk ordusu, Galya’ya girdi. Haziran 451 tarihinde Roma güçlerini Attila’nın
kuvvetleri “Turan Taktiği”yle yenmeyi başardı. 452’de Po Ovası ele geçirildi.
Hatta bir korku ve telaş başladığından; Papa I. Leo’yu bağışlanmak üzere
Romalılar, Attila’ya gönderdiler. Bu durumda bütün hrıstiyan dünyası onun
himmetine sığınıyordu; dolayısıyla daha fazla üstlerine gitmenin hiçbir anlamı
yoktu. Artık, her iki Roma da Türk hakanına boyun eğmiş, sıra doğudaki Sasani
şahlığına gelmişti.
Ancak düşmanları Attila’dan kurtulmanın başka bir yolunu buldular.
Avrupa’nın en güzel kızlarından birisini ona zevce olarak yolladılar. 453
senesinde altmış yaşlarındayken, Attila bu kız tarafından zehirlenmek suretiyle
öldürüldü. Herhalde bu kadının ailesi de Attila’nın ordularından büyük zarar
görmüştü ve dolayısıyla o, bu işi gönüllü yaptı. Latin-Bizans vesikalarında;
Attila’nın bütün milletleri ve dünyayı korkutan bir adam olarak yaratıldığından,
gururlu yürüyüşünden, gözlerinden adeta ışık saçtığından, savaşı sevmesine
rağmen hep düşünerek hareket ettiğinden, aklını iyi kullandığından, kendisinden
af dileyenleri bağışladığından, sadık adamlarına karşı cömertliğinden, kısa boylu
ve geniş omuzlu olduğundan, elbiseleri, ayakkabıları ve diğer silahlarının
askerlerinden farklı olmadığından söz açılmaktadır.
4
Neticede hrıstiyan dünyasınca işledikleri günahların bedelini ödetmek
üzere gönderildiğine inanılan, “Tanrı’nın Kırbacı” veya “Tanrı’nın Kılıcı” diye
de anılan, cihan tarihinin en büyük hükümdarlarından birisi ortadan kaldırıldı.
Attila’nın sağladığı birlik ve üstünlük maalesef ondan sonra devam etmedi.
Daha doğrusu çocukları bunu sürdüremediler. Bunun çeşitli sebepleri vardır:
Kardeşler arasındaki taht mücadeleleri ve kabilelerin öne çıkma kavgaları, bunu
fırsat bilen Romalı ve diğer Avrupalı kavimlerin saldırıları, Attila Türklerinin
varlıklarına son veren etkenlerdendir. Bununla birlikte Avrupa’daki Türk-Hunlar
tamamen yok olmadılar. Bunların bir kısmı Đdil-Ural Türklüğünü (Tatar,
Başkurt, Çuvaş) meydana getirirken, bir bölümü de Bulgar Türkleri ve Macarlar
vasıtasıyla günümüze kadar geldiler.
Çağımızda Attila, Çingiz, Kanuni vs. gibi Türk hükümdarların korkusu
halâ Avrupalıların beyinlerinde yaşamaktadır. Bir gün yeniden Türklerin
arasından böyle kahramanlar çıkarak, Batıyı paramparça edeceğine
inanıldığından, Avrupalı daima Türk dünyasına karşı temkinli davranmaktadır.
Bununla beraber 5. asırda Attila’nın tokadını yiyen Avrupa’nın bütün hristiyan
devletleriyle, kendilerini Bizans’ın devamı olarak gören Yunanlılar ve Rumlar,
1071 ile 1453’teki o acı yenilgileri asla unutamadıklarından, her durumda ve
ortamda bunun bir şekilde intikamını almak için fırsat kollamaktadırlar.
Bir zamanlar kendilerine dünyayı dar eden Türk ırkına gün göstermemek
ve uyuyan kurtu uyandırmamak için el birliğiyle çalışmaktadırlar. Ama Atsız
Beg’in dediği gibi; “Attila’nın kanı halâ Türk’ün içinde”.
“Türk Büyükleri – IV: Attila”, Polis Degisi, 14/54-55, Ankara 2008
Prof.Dr. Saadettin GÖMEÇ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder