29 Kasım 2015 Pazar

Eski diller

http://www.mynet.com/my/yildiz.ertan/eski-uygarliklarin-dilleri-seslendirildi-iciniz-bir-tuhaf-olacak-1037807

27 Kasım 2015 Cuma

Hammurabi Yasaları


1. Bir kimse, bir diğerini esir eder ve onu köle ilan eder fakat bunu kanıtlayamazsa o zaman esir eden kişi ölümle cezalandırılır.[7]
2. Bir kimse, bir adam hakkında bir suçlamada bulunur ve suçlanan kişi ırmağa gidip ırmağın üzerinden atlar da batarsa, suçlayan kişi onun evine sahip olur. ama ırmak suçlanan kişinin suçlu olmadığını kanıtlar ve o kişi canı yanmadan kurtulursa o zaman onu suçlayan kişi ölümle cezalandırılır ve ırmağı atlayan kişi kendisini suçlayanın evine sahip olur.
3. Bir kimse büyüklerinin huzurunda bir suç iddia eder ve yaptığı suçlamayı kanıtlayamazsa, iddia ettiği büyük bir suç ise ölümle cezalandırılır.
4. O kimse, büyüklerini tahıl ya da para cezasına hükmetmeyi başarırsa o fiilden dolayı ödenen cezayı alır.[7]
5. Eğer bir yargıç bir davaya bakar ve bir karara varırsa verdiği hükmü yazılı olarak takdim eder; daha sonra verdiği kararda bir hata ortaya çıkarsa ve bu kendi hatasından kaynaklanırsa o zaman davada onun tarafından kararlaştırılan para cezasının on iki katını öder ve halka ilan edilerek yargıçlık makamından el çektirilir ve bir daha asla yargıçlık icra etmek için oraya oturamaz.
6. bir kimse tapınağın ya da mahkemenin eşyasını çalarsa ölümle cezalandırılır ve ondan çalınmış malları alan kişi de ölümle cezalandırılır.
7. bir kimse, tanık ya da yazılı bir anlaşma yokken başka bir adamın oğlundan ya da kölesinden gümüş ya da altın, erkek ya da kadın köle, öküz ya da koyun, eşek ya da başka bir şey satın alırsa ya da ücretini ödeyerek kiralarsa hırsız addolunur ve ölümle cezalandırılır.
8. biri sığır ya da koyun ya da eşek ya da domuz ya da keçi çaldığında, eğer o çaldığı şey tanrı’ya ya da mahkemeye aitse hırsız otuz katını öder, eğer kralın özgür bir vatandaşına aitse on katını öder, eğer hırsızın ödeyecek bir şeyi yoksa ölümle cezalandırılır.
9. Bir kimse bir eşyasını kaybedip ve onu bir başkasının zilyetliğinde bulduğunda, eşyanın zilyedi olan kişi “bunu bana bir tacir sattı. onun parasını tanıklar huzurunda ödedim” derse ve eşyanın maliki: “mülkiyetin bana ait olduğunu bilen tanıklar getireceğim“ derse o zaman eşyayı satın alan kişi ona eşyayı satan taciri ve huzurunda eşyayı satın aldığı tanıkları getirir, malik de onun mülkiyetini tanıyabilen tanıklar getirir. yargıç hem huzurunda ödeme yapılan tanıkların hem de kayıp eşyayı tanıyan tanığın yeminli ifadelerini muhakeme eder. bu durumda satıcının hırsız olduğu kanıtlanmış olur ve ölümle cezalandırılır. kayıp eşyanın maliki malını geri alır ve onu satın almış olan da satıcıya ödemiş olduğu parayı geri alır.
10. Eğer satın alan kişi satıcıyı ve de huzurunda eşyayı satın aldığı tanıkları getirmezse ama malın sahibi eşyayı tanıyacak tanıklar getirirse o zaman satın alan hırsızdır ve ölümle cezalandırılır ve malik de kayıp eşyasını geri alır.
11. Eğer malik kayıp eşyayı tanıyacak tanıklar getirmezse o kötü niyetlidir, iftira atmıştır ve ölümle cezalandırılır.
12. Eğer tanık bulunamıyorsa yargıç azami sekiz ay olmak üzere bir süre tanır. Sekiz aylık süre içinde tanık ortaya çıkmamışsa suçludur ve henüz karara bağlanmamış davadaki para cezasını üstlenir.
13. – On üç, rakamı uğursuz sayıldığı için; on üç numaralı madde yoktur-
14. Bir kimse bir diğerinin reşit olmayan çocuğunu çalarsa ölümle cezalandırılır.
15. Bir kimse mahkemenin erkek ya da kadın kölesini ya da özgür bir adamın erkek ya da kadın kölesini şehir kapılarının dışında alırsa ölümle cezalandırılır.
16. Bir kimsenin evine mahkemenin ya da özgür bir adamın kaçak erkek ya da kadın kölesi gelir de o kişi köleyi vekilharça getirip durumu bildirmezse evin sahibi ölümle cezalandırılır.

17. Eğer bir kişi açık alanda kadın ya da erkek bir kaçak köle bulursa ve onu efendisine getirirse kölenin sahibi ona iki şikel gümüş ödeyecektir.
18. Eğer köle efendisinin adını söylemezse onu bulan kişi saraya getirecektir; daha fazla araştırma yapıldıktan sonra efendisine geri götürülecektir.
19. Eğer köleleri evinde tutar da onlar orada yakalanırlarsa evin sahibi ölümle cezalandırılır.
20. Eğer yakaladığı köle ondan kaçarsa o zaman kölenin sahibine yemin verir ve tüm suçlamalardan kurtulur.
21. Bir kimse bir eve girecek delik açarsa o deliğin önünde ölümle cezalandırılır ve gömülür.
22. Bir kimse soygun yaparken yakalanırsa ölümle cezalandırılır.
23. Soyguncu yakalanamazsa, soyulan kişi zararının miktarını yemin ederek söylerse o zaman soygunun yapıldığı yerin ya da toprakların ya da mekanın sahibi olan kişi ya da topluluk çalınan mallarını tazmin eder.
24. Eğer insan çalınmışsa topluluk ve ... onun akrabaların bir mina gümüş öder.
25. Bir evde yangın çıkar ve oraya yangını söndürmeye gelen bir kimse evin sahibinin malında göz gezdirip evin sahibinin malını alırsa kendisi de aynı ateşe atılır.
26. Savaşmak için kralın seferine katılması emrolunan bir subay ya da bir er sefere katılmaz da paralı asker tuttuğu takdirde bedelini kendi uhdesinde tutuyorsa o yetkili ya da er ölümle cezalandırılır ve onu temsil eden kişi onun evine sahip olur.
27. Bir subay ya da er savaşta kralın talihsizliğine uğrarsa (esir düşerse) ve onun arazileri ve bahçesi başkasına verilir ve verilen kişi onlara sahip olursa, esir olan geri dönüp kendi yerine vardığı takdirde arazisi ve bahçesi ona iade edilir ve o bunlara tekrar sahip olur.
28. Bir subay ya da er kralın talihsizliğine uğrarsa (esir düşerse) ve oğlu onun varlıklarının sahipliğini üstlenebilecek durumda ise o zaman arazi ve bahçe ona verilir ve o babasının ücretine de hak kazanır.
29. Eğer esir düşenin oğlu henüz gençse ve sahipliği üstlenebilecek durumda değilse arazi ve bahçenin üçte biri onun annesine verilir ve annesi onu yetiştirir.
30. Eğer bir kabile reisi ya da bir adam evini, bahçesini ya da arazisini terk eder ve ücret karşılığı kiraya verirse ve başka biri onun evinin, bahçesinin ve arazisinin zilyedi olursa ve onları üç yıl süresince kullanırsa onların ilk sahibinin geri dönüp evini, bahçesini ve arazisini geri istemesi halinde ona geri verilmez ve onların zilyedi olan ve kullanan kişi onları kullanmaya devam eder.
31. Eğer onları bir yıllığına kiralar ve bir yıl sonra geri dönerse evi, bahçesi ve arazisi ona geri verilecek ve onlara tekrar sahip olacaktır.
32. Eğer bir kabile reisi ya da bir adam savaşta ele geçirilir ve bir tüccar onların özgürlüğünü satın alırsa ve onları saraya geri getirirse kendi evinde özgürlüğünü satın almaya yetecek araçlarının olması halinde kendisinin özgürlüğünü satın alır; evinde kendi özgürlüğünü satın almaya yetecek hiçbir şey yoksa kendi topluluğunun mabedi tarafından özgürlüğü satın alınır; onun özgürlüğünü satın almak için tapınakta bir şey yoksa mahkeme onun özgürlüğünü satın alır. Arazisi, bahçesi ve evi özgürlüğünü satın almak için verilemez.
35. Her hangi bir kişi kralın kabile reislerine hediye ettiği sığırı ya da koyunu satın alırsa parasını kaybeder.
36. Bir kabile reisinin, bir adamın ya da bir tebaanın kiraladığı arazisi, bahçesi ve evi satılamaz.
37. Her hangi Bir kimse, bir kabile reisinin, bir adamın ya da bir tebaanın kiradaki arazisini, bahçesini ya da evini satın alırsa onun satış sözleşmesi tableti kırılır (geçersiz ilan edilir) ve parası yanar. Arazi, bahçe ve ev sahibine geri verilir.
38. Bir mülkün kirasının ödeyerek başka her türlü yükümlülükten muaf olma hakkına sahip olan bir kabile reisi, adam ya da tebaa tarlası, evi ve bahçesi üzerindeki bu imtiyazını karısına ya da kızına devredemez; borcuna karşılık veremez.
39. Ancak, satın aldığı bir tarlayı, bahçeyi ya da evi karısına ya da kızına devredebilir, onların mülkiyetine katabilir veya borcuna karşılık olarak verebilir.
40. Tarlasını, bahçesini ve evini bir tüccara ya da başka bir kamu görevlisine satabilir, alıcı ise tarlayı, evi ve bahçeyi yararlanma hakkı karşılığında elinde tutabilir.
42. Eğer bir kişi işlemek üzere bir tarlayı teslim alır ve o tarladan hiçbir mahsul elde edemezse bu onun tarlada çalışmadığını ispatlar ve komşusunun yetiştirdiği kadar tahılı tarla sahibine teslim etmelidir.
43. Eğer tarlayı işlemeyip nadasa bırakmışsa komşularının ki kadar tahılı tarla sahibine verecektir ve nadasa bıraktığı tarlayı sabanla sürüp tohum ektikten sonra sahibine iade edecektir.
44. Bir kimse çorak bir araziyi ekilebilir bir hale getirmek için teslim almış; ancak, tembellik yaparak o araziyi ekilebilir bir hale getirmemişse dördüncü yılda araziyi sabanla sürmeli, tırmıklamalı ve çift sürmeli ve ondan sonra sahibine geri vermeli ve ayrıca on gan (bir arazi ölçüm birimi)'lık bir arazi için on gur (bir ölçü birimi) tahılı arazi sahibine vermelidir.
45. Bir kimse tarlasını sabit bir kira karşılığı ziraat için kiralıyor ve kira bedelini de alıyorsa; ancak, havaların kötü gitmesi nedeniyle ürün yok oluyorsa zarar toprağı işleyene aittir.
46. Tarladan sabit bir kira almaz ve ürünün yarısı ya da üçte biri karşılığı kiralarsa tarladan elde edilen mahsul mal sahibi ile araziyi işleyen arasında orantılı olarak taksim edilir.
47. İlk yıl ürün almada başarılı olamadığı için başkalarınca işlenen bir tarlayı teslim alırsa ilk tarlanın sahibi itiraz edemez, tarla işlenir ve anlaşmaya göre mahsulü toplanır.
48. Bir kimse borçlanmışsa ve bir fırtına tahılları yere yatırmış ya da hasat başarılı olamamışsa veya susuzluktan tahıllar büyüyememişse o yıl alacaklısına tahıl vermesi gerekmez; borç tabletini suda yıkar ve o yıl için hiçbir kira ödemez.
49. Bir kimse, bir tüccardan para alır ve tüccara susam ya da mısır ekilebilen bir tarlayı verir ve tarlaya susam ya da mısır ekilmesini sipariş ederse ve yetiştirici tarlaya susam ve mısır ekerse hasat edilen susamlar tarla sahibine aittir ve tarla sahibi tüccardan aldığı para ve yetiştiricinin geçimini sağlamak için tüccara mısır ile ödemede bulunur.
50. Ekili bir mısır ya da susam tarlası verilirse tarladaki mısır ve susamlar tarla sahibine aittir ve kira olarak tüccara para ile ödeme yapar.
51. Ödeme için hiç parası yoksa o zaman kraliyet tarifesine göre tüccardan aldığına karşılık kira olarak para yerine susam ya da mısır ile ideme yapar.
53. Bir kimse, su bendini uygun koşullarda tutmaz ve bakımını yapmaz ve bu nedenle bent yıkılır ve tarlalar su altında kalırsa, o zaman barajı yıkılan kişi para karşılığı satılır ve elde edilen para harap olmasına yol açtığı mısırın karşılığı olarak verilir.
54. Eğer bu mısırların karşılığı olarak yeterli gelmiyorsa malları da mısırları sular altında kalan çiftçiler arasında paylaştırılır.
55. Bir kimse mısırlarını sulamak için ark açarsa; ancak, dikkatsizliği nedeniyle sular komşusunun tarlasını basarsa o zaman komşusunun mısır kaybını öder.
56. Bir kimse suyun önünü açar ve komşusunun arazisinde su taşkınına yol açarsa her on gan'lık arazi için on gur mısır ödemelidir.
57. Eğer bir çoban, arazi sahibinin izni ve koyunların sahibinin bilgisi olmaksızın otlamaları için koyunların tarlalara girmesine izin verirse, o zaman tarla sahibi mahsulünü hasat eder ve tarla sahibinin izni olmaksızın sürüsünü tarlada otlatan çoban her on gan'lık arazi için 20 gur'luk mısırı tarla sahibine öder.
58. Sürü otlamayı bıraktıktan ve şehrin kapısında ortak sürüye katıldıktan sonra her hangi bir çoban onların tarlaya girmesine müsaade eder ve onları orada otlatırsa bu çoban otlatmaya müsaade ettiği tarlanın zilyedi olur ve hasatta her on gan'lık arazi için 60 gur mısır öder.
59. Bahçe sahibinin izni olmaksızın her hangi bir adam bir ağacı kesip bahçeye devirirse yarım mina para öder.
60. Her hangi Bir kimse, bir tarlayı bahçıvana bahçe haline getirmesi için bırakırsa ve o da bahçede çalışıp dört yıl süre ile bahçeye bakarsa beşinci yılda bahçıvan ile bahçenin sahibi bu bahçeyi ikiye bölerler ve bahçe sahibi kendi payını alır.
61. Bahçıvan bahçenin bir kısmını hiç kullanılmamış bir vaziyette bırakarak tarlayı bahçe haline getirmeyi tamamlamamışsa işlenmemiş kısım onun payı olarak tahsis edilir.
62. Bahçe olarak ona verilen tarlayı ekip biçmiyorsa ve ekilebilir (mısır ya da susam) bir arazi ise, komşu tarladaki ürünlere göre, nadasa bıraktığı yıllar süresince tarladan elde edilecek mahsulü arazi sahibine verir ve tarlayı ekilebilir konuma getirdikten sonra sahibine iade eder.
63. Çorak arazileri ekilebilir hale getirdikten sonra sahibine geri verirse tarla sahibi ona bir yıl için on gan başına on gur öder.
64. Her hangi bir kişi bahçesini bir bahçıvana işlemesi için devrederse bahçıvan bahçenin mülkiyetine sahip oluncaya dek bahçe sahibine bahçede üretilen ürünlerin 2/3'ünü verir.
65. Eğer bahçıvan bahçeyi işlemezse ve bahçedeki mahsul perişan olursa, bahçıvan komşu bahçelerdeki ürünle orantılı olarak ödemede bulunur. (Burada paragrafın ¾'üne karşılık gelen bir kısım kayıptır.
66. - 99. (Burada, paragrafın dörtte üçüne karşılık gelen bir kısım, kayıptır.)
100. .....aldığı paraya göre faiz verir ve bunu yazılı olarak bildirir ve de uzlaştıkları gün tacire ödeme yapar.
101. Gittiği ülkelerle ticaret anlaşması yoksa kazandığı bütün parayı tüccara vermek amacıyla simsara bırakacaktır.
102. Bir tüccar yatırım için bir miktar parayı simsara emanet ederse ve simsar gittiği yerde bir miktar zarar ederse ana parayı tüccara vermek zorundadır.
103. Seyahatte iken düşmanlar sahip olduğu her şeyi ondan alırlarsa simsar Tanrı adına yemin eder ve yükümlülükten kurtulur.
104. bir tüccar nakletmesi için simsara mısır, yün, yağ veya başka bir mal verirse aracı aldığı miktarı belirten bir makbuzu tüccara vermelidir. Bundan sonra tüccara verdiği para için de ondan bir makbuz alır.
105. Simsar dikkatsiz ise ve tüccara verdiği para için bir makbuz almamışsa faturalanmamış parayı kendi parası olarak sayamaz.
106. Simsar tüccardan parayı teslim alırsa; ancak, tüccarla arasında bir anlaşmazlık varsa (makbuzu reddediyorsa) o zaman tüccar Tanrı ve parayı simsara verdiğine tanıklık eden şahitlerin huzurunda yemin eder ve simsar toplam meblağın üç katını ona öder.
107. Eğer tüccar simsarı aldatırsa, yani simsar kendisine verilen her şeyi geri getirdiği halde, tüccar kendisine geri verilen şeylere ilişkin makbuzu inkar ediyorsa o zaman simsar tüccarı yargıçlar ve Tanrı önünde suçlar ve simsarın kendisine verdiği şeyleri aldığını hala inkar ederse simsara toplam meblağın altı katını öder.
108. Eğer bir meyhaneci (kadın) içilen içkinin bedeli olarak brüt ağırlığına göre mısır kabul etmiyorsa ve para alıyorsa ve içki için aldığı para mısırın değerinden daha az ise tutuklanır ve suya atılır.
112. Eğer bir kişi seyahate çıkar ve başka birisine gümüş, altın, değerli taşlar veya başka her hangi bir taşınır mal emanet ederse ve ondan tekrar geri almayı isterse ve emanet edilen kişi bütün malları belirlenen yere getirmez ve tam aksine onları kendisi kullanırsa o zaman malları geri getirmeyen bu kişi mahkum edilir ve kendisine emanet edilen her şeyin beş katını öder.
113. Her hangi bir kişinin para veya mısır sevkıyatı varsa ve onları sahibinin bilgisi olmaksızın bir tahıl ambarından ya da bir kutudan almışsa; bu durumda sahibinin bilgisi olmaksızın tahıl ambarından mısırı ya da kutudan parayı alan kişi mahkum edilir ve aldığı mısırı geri öder. Ve ödediği komisyonu kaybeder.
114. Eğer para veya mısır karşılığında bir hak talep etmez ve güç kullanarak hakkını almaya kalkışırsa her bir olay için bir mina (yarım kilo)'nın 1/3'ü kadar gümüş verir.
115. Eğer bir kişinin diğerinden para veya mısır alacağı varsa ve onu buna karşılık hapsetmişse ve mahkum hapishanede doğal yollardan ölmüşse, olay kapanır.
117. Eğer her hangi bir kişi borcunu ödeyemezse ve para için kendisini, karısını, oğlunu ya da kızını satarsa veya zorla çalıştırılmalarına izin verirse onları satın alan adamın ya da mal sahibinin evinde üç yıl süresince çalışırlar ve dördüncü yılda özgür bırakılırlar.
118. Zorla çalıştırılmaları için kadın ya da erkek bir köleyi vermeleri halinde tüccarın bunları kiraya vermesi ya da para ile satması durumunda buna itiraz edilebilir.
119. Eğer bir kişi borcunu ödemekte başarısız olursa ve kendisine bir çocuk doğuran kadın hizmetçiyi para karşılığı satarsa tüccarın ona ödediği para köle sahibine geri verilir ve kadın hizmetçi özgür bırakılır.
120. Her hangi bir kişi diğer bir kişinin evinde muhafaza için mısırlarını depolamışsa ve depolanan mısırlara her hangi bir zarar gelmişse ya da evin sahibi tahıl ambarını açmış ve bir miktar mısır almışsa veya özellikle mısırların kendi evinde depolandığını inkar ediyorsa; o zaman, mısırların sahibi Tanrı'nın huzurunda (yeminle) hak iddia eder ve ev sahibi aldığı bütün mısırları sahibine geri verir.
121. Her kim ki başkasının evinde mısırlarını depolar her yıl için her beş ka mısır başına bir gur oranında ardiye ücreti öder.
122. Eğer bir kişi başkasına saklaması için gümüş, altın ya da başka bir şey verirse verdiği her şeyi birkaç şahide göstermelidir, bir sözleşme hazırlanmalıdır ve ondan sonra saklanması için teslim edilmelidir.
123. Eğer şahit ve sözleşme olmaksızın saklanması amacıyla teslim ediliyorsa ve teslim alan kişi bunu inkar ediyorsa o zaman yasal olarak talep edebileceği bir hak yoktur.
124. Eğer her hangi bir kişi gümüş, altın ya da başka bir şeyi şahitler huzurunda saklanması için birisine teslim eder de teslim edilen kişi bunu inkar ederse bu kişi bir hakimin huzuruna çıkarılmalı ve inkar ettiği her şeyi sahibine tam olarak geri vermelidir.
125. Eğer bir kişi mallarını muhafazası için başka birine bırakırsa ve hırsız ya da soyguncular sayesinde onun ve diğer adamın malları ortadan kaybolursa ihmali nedeniyle kaybın oluşmasına yol açan evin sahibi ücret karşılığında kendisine teslim edilen bütün malları tazmin eder. Ancak, evin sahibi malların peşine düşerek onları hırsızlardan geri alabilir.
126. Mallarını kaybetmeyen bir kişi kaybettiğini belirtiyor ve yanlış iddialarda bulunuyorsa; onları kaybetmemiş olsa bile eğer Tanrı huzurunda mallarını kaybettiğini miktarı ile birlikte iddia ediyorsa kaybettiğini iddia ettiği bütün malları tazmin edilir.
127. Eğer her hangi bir kişi rahibelere (Tanrı'nın kız kardeşlerine) yada her hangi bir kişinin karısına iftira atarsa ve bunu ispat edemezse bu adam hakim huzuruna çıkarılır ve alnı işaretlenir (derisi çizilerek ya da belki de saçı kesilerek).
128. Bir adam bir kadını karı olarak alır; ancak, aralarında her hangi bir ilişki söz konusu olmazsa bu kadın o adamın karısı olmaz.
129. Bir adamın karısı başka bir adam ile basılırsa (suçüstü halinde) her ikisi de bağlanır ve suya atılır; ancak, koca karısını, kral da kölelerini affedebilir.
130. Bir kişi, henüz erkek olarak bilinmeyen, hala babasının evinde yaşayan ve onunla uyuyan başka bir adamın karısına (nişanlı ya da çocuk annesi) tecavüz ederse ve bu adam öldürülür; ancak kadın masumdur.
131. Eğer bir adam başka birisinin karısını itham ederse; ancak, o kadın başka bir adamla basılmazsa kadın yemin etmek zorundadır ve ancak ondan sonra kendi evine dönebilir.
132. Bir adamın karısının başka bir adam ile ilgili olarak dedikodusu yapılırsa; ancak, kadın diğer adamla uyurken yakalanamazsa kadın kocası için nehre atılır.
133. Eğer bir kişi savaşta esir alınırsa ve evinde geçimi sağlayacak şeyler olduğu halde karısı evini ve bahçesini terk edip başka bir eve giderse; bahçesine bakmadığı ve başka bir eve gittiği için yasal olarak suçlu bulunur ve nehre atılır.
134. Eğer bir kişi savaşta esir alınırsa ve evinde geçimi sağlayacak şeyler olmazsa ve bu durumda karısı evini terk edip başka bir eve giderse masumdur.
135. Eğer bir kişi savaşta tutsak edilirse ve evinde geçimi sağlayacak şeyler olmazsa ve karısı başka bir eve giderek orada çocuklarına bakarsa ve kocası geri geldiğinde evine dönerse, o zaman kadın evine geri dönebilir; ancak, çocuklar babalarına ait olur.
136. Eğer bir kişi evinden ayrılırsa, kaçarsa bu kaçağın karısı kocasına geri dönmeyebilir.
137. Bir adam kendisine bir çocuk veren karısından ya da kendisine bir çocuk veren kadından ayrılmak isterse, o zaman karısına çeyizini geri verir ve çocuklarına baksın diye tarlanın, bahçenin ve malların bir kısmının kullanım hakkını verir. Çocuklarını büyüttüğü zaman çocuklara verilenlerden bir parça, oğlanınkine eşit olan bir parça da ona verilir. Ondan sonra kalbinin erkeği ile evlenebilir.
138. Eğer bir adam kendisine çocuk vermeyen karısından ayrılmak isterse ona babasının evinden getirdiği çeyizi ve başlık parasını verir ve ondan sonra onun gitmesine izin verir.
139. Başlık parası yoksa ayrılma parası olarak yarım kilo altını ona vermelidir.
140. Eğer adam azat edilmiş bir köle ise yarım kilonun 1/3'ü kadar altın verir.
141. Eğer bir adamın birlikte yaşadığı karısı onu terk etmek isterse, borç altına sokarsa, evini virane haline getirirse ve kocasını ihmal ederse yargı kararıyla suçlu bulunur. Kocası onun serbest kalmasını teklif ederse kendi yoluna gider ve ayrılma parası olarak kadına hiçbir şey ödemez. Kocası onun serbest kalmasını istemezse ve başka bir kadın alırsa kocasının evinde hizmetçi olarak kalır.

22 Kasım 2015 Pazar

Geven Astragalus

: Ketre, Çekme,Ak geven, Püs geveni, zamk geveni, Astragalus glycyphyllus, Astragalus cicer,  Leguminosae
Bilinen Bileşimi : Asparagin, gliserizin, acı maddeler, şekerler, proteinler, dekstroz, manit, flavanoidler.
Botanik Bilgi : Baklagillerden olup, çok yıllık bitkilerdendir. Yetiştiği bölgelere göre farklılaşan 2000 kadar türü vardır. Yapraklar eliptik bir şekilde dal boyunca karşılıklı sıralanmıştır. Sarı, açık sarı, beyaz ve pembe açan türleri mevcuttur. Çok yıllık otsu, dikenli bitkilerdir. Boyları türüne göre 5 - 100 cm ve bulunduğu yükseklikler 200 - 2700 m arası değişir. Ak geven, püs geveni ve zamk geveninden ebru yapımında kullanılan “kitre” denilen zamk çıkarılmaktadır. Ayrıca kitre ilaç yapımında da kullanılır.
Faydaları :

Soğuk algınlığı ve grip, süregen enfeksiyon, kronik yorgunluk ve astımda şifa sağlamaktadır.
Kalp rahatsızlıkları, böbrek rahatsızlıkları, mide ülserleri rahatsızlıklarında şifa sağlar.
Çeşitli allerjiler ve yaraları geçirir.
Genel hazım sorunlarını yok eder.
Kemoterapiyle ilişkili olarak iştah kaybı veya yorgunluğu ortadan kaldırmaktadır.
Vücutta bir dizi bağışıklık işlevini destekleyen Aatragli Polysaccharoses bileşini içeren geven bitkisi hakkında  yapılan araştırmalarda;
  • Soğuk algınlığı vakalarının şiddetini ve süresini azaltabildiği,
  • Kalbin kan pompalama hacminde iyileştirmeler sağlayabildiği,
  • Karaciğerde hücre hasarına karşı koruma sağlayabildiği,
  • Kalp ve beyin dokularına oksijen taşınmasına yardımcı olduğu ve vücudun şevk ve direncini geliştirdiği,
  • Fareler üzerindeki araştırmalarda astragalus özü kullanılan farelerde idrar torbası kanserinin daha az görüldüğü,
  • Akciğer kanseri hastalarında tümör ilerleyişini tersine çevirebildiğine işaret edildiği,
bilinen belirgin faydalarındandır.
Kullanım Şekli : 2 çorba kaşığı bitki 0,5 litre suda 10 dakika kaynatılır. Günde 4 defa yemeklerden evvel birer çay bardağı içilir.

10 Kasım 2015 Salı

Tuna Bulgar Devleti

Devletinin yıkılmasıyla Tuna boylarında kurulan Tuna Bulgar imparatorluğudur.

Tuna Bulgar Devleti, pek çok yönüyle tarihi bir vaka olma özelliği taşır. Bugünkü Bulgaristan’ın temelini oluşturan Tuna Bulgar Devleti, bir Türk Devleti olarak kurulmuş ancak bir Hristiyan/Slav devleti olarak yıkılmıştır. Bu açıdan Türk Tarihinde önemli bir yer alması gerekirken maalesef arka sayfalarda kalmış ve yeterli önem verilmemiştir. 

Türklerin Kıpçaklar kolunun Bulgar boyundan olan Tuna Bulgarları, 35 yıl gibi çok kısa bir süre var olan ancak Balkanlardaki Türk Birliğini kurmakta öncü güç olan Büyük Bulgar Hanlığının yıkılmasıyla dağılan Bulgar topluluklarının başında bulunan Asparuh öncülüğünde 679 yılında kuruldu. 750Bin Km²’lik bir alanda (Yaklaşık olarak bugünkü Türkiye Coğrafyası) hüküm sürecek olan Tuna Bulgarları, zaman içerisinde Slav kavimlerin devlet yönetimi hakimiyetleri altına almasıyla asimile olarak tarih sahnesinden silindiler. 

Büyük Bulgarya Hanlığının yıkılmasıyla Tuna bölgesine göç eden topluluklar ağırlıklı olarak Bulgar ve Slav kavimleri idi. Bu topluluklar içerisinde Slavlar’ın nüfusu hatırı sayılır derecede yoğundu ancak devlet teşkilatlanması, yönetim biçimi ve Dini/Kültürel değerleri Tuna Bulgarlarını bir Türk Devleti olarak kabul etmemizi gerektirir. Zira literatürde de Oğuz Türk’lerinin en uzun ömürlü siyasi teşekkülü olduğu kabul edilir. 

Asparuh Dönemi (679 – 702)

Büyük Bulgarya Hanlığının kurucusu Kubrat’ın oğlu Asparuh, devleti yöneten kardeşi Batbayan’ın bölgede hakim güç olan Hazar’ların hakimiyetini kabul etmesiyle, Hazar’a bağlanmak istemeyen Bulgar’ların önderliğini yaparak, beraberinde Slav kavimlerle birlikte Bucak’a yani güneye doğru (Bizans Sınırlarına) ilerleyerek Tuna Bulgar Devletini kurdular. Asparuh, devletini dönemin önemli gücü Avarlar ve Bizans arasındaki bölgede kurdu. Tuna Bulgarlarının kurulduğu dönemde Bizans tahtında 4. Konstantinos bulunuyordu. Doğu Roma tarihinde Attila’dan miras kalan bir Türk korkusu bulunuyordu. Attila’nın torunlarının kurduğu ve yıkılan Bulgarya Hanlığının mirasçıları olan Tuna Bulgarları Konstantinos’u oldukça rahatsız etti. Öyle ki, henüz kurulmamış bir devletin üzerine muazzam bir ordu ile yürümeye karar verdi. Konstantinos’un ordusu hem karadan hem de denizden ilerleyerek Asparuh’un üzerine sefere çıktı. Asparuh, henüz kurulan devletinin ordusunun ve teşkilatlanmasının zayıf olması nedeniyle meydan muharebesinden çekinerek geri çekildi ve bataklık bir bölgede savunma pozisyonu aldı. Bizans ordusu açıkca üstünlüğünü sağlayacakken Konstantinos’un rahatsızlanması nedeniyle geri dönmek zorunda kaldı. Bu yarım kalan hareket Asparuh için bir zafer niteliği taşıyordu. 

Tuna Bulgarları Bizans’a karşı zafer kazanmış bir devlet olarak güç kazanmaya başladı. Asparuh, Ordularıyla Tuna’yı geçerek Varna’ya doğru ilerleyerek  hakimiyetini kesinleştirdi. Varna bölgesinde bulunan 7 Slav kabilesini de kendisine tabi kılarak 1 kabileyi Bizans, 6 Kabileye Avar hududunun güvenliği için sınırlara konuşlandırdı. Hızla büyüyen Tuna Bulgarları, yalnızca 2 sene içerisinde Bizans’a karşı üstünlük sağlayabilecek güce eriştiler. Asparuh, gücünüde kullanarak Bizans üzerindeki baskıları arttırarak Bizansı vergiye tabi hale getirdi. Aynı yıl güneye doğru ilerleyerek bugünkü Şummu şehri sınırlarındaki Pliska’yı başkent yaptı. Bu durum, batı kaynaklarında “Bizans Sınırlarında Bozkır Kültürüyle Yaşayan Bir Devlin Başkenti Kuruldu” şeklinde geçer. 

687 yılına gelindiğinde, Konstantinos’un yerini oğlu Justinianos’a bırakması ve Justinianus’un babasının ödemeyi kabul ettiği vergiyi reddetmesiyle Asparuh ve Bizans arasında yeni bir çatışma meydana geldi. Asparuh’un Bozkır stratejisiyle giriştiği bu mücadelede Justinianos, Slavların koruduğu hatta kadar önemli bir direnişle karşılaşmadan ilerledi ancak geri dönüş yolunda Asparuh’un kuvvetleriyle karşılaştı. Bu stratejik hamleyle gafil avlanan Justinianos’un ordusu ağır bir yenilgi alarak tam anlamıyla yok oldu, kendiside yaralı olarak kaçarak ancak canını kurtarabildi. 

Asparuh, bu mücadele ile Bizans üzerinde ciddi bir baskı kurdu. Ömrünü tamamlayacağı 702 yılına kadar Bizans’dan bir tehdit yada saldırı ile karşılaşmadı. Bu süre zarfındada devletin teşkilatlandırmasını geliştirerek diğer komşusu olan Avar’lar ile olan sınırlarını muhafaza etti. 702 yılında vefat ettiğinde Balkanlarda güçlü bir Türk Devleti bıraktı. Asparuh’un ölümü üzerine yerine oğlu Tervel yönetime geçti. 


Tervel Dönemi (702 – 718)

Tervel, babasından sonra yönetime geçerek hem Avar bölgesinin güvenliğini hemde Bizans üzerindeki baskılarını devam ettirdi. Tervel’in yönetime geçtiği dönemde Bizans önemli iç karışıklıklar ve çalkantılarla boğuşuyordu. 687 yılında Asparuh ile giriştiği mücadeleden ağır kayıplar alan Justinianos tahttan indirilerek kırıma (Hazar Bölgesi) sürülmüştü.  Yerine 2. Tiberios geçirildi. Justinianos sürgündeyken Hazar Kağanının kızıyla evlenmişti. Bizans İmparatoru Tiberios, Hazar kağanına hediyeler göndererek Justinianos’u öldürmesini istedi. Justinianos bunu öğrendiğinde bir yolunu bulup Kırımdan kaçarak Tervel’e sığındı. Tuna Bulgarlarının Bizans üzerindeki baskısı ve politik teğsiri aşikardı. Tervel, ordusunu toplayıp Justinianos ile birlikte Bizans’a girerek tekrar tahta geçmesini sağladı. Bu hamlelerinin karşılığında Zağra (Zagora) olarak telafuz edilen bölgeyi Tervel’e hediye etti. 

Justinianos’un zalim bir İmparator olduğu tarih kayıtlarında sıkça geçmektedir. Tekrar yönetime geçtikten hemen sonra tüm muhaliflerini öldürtür. Her ne kadar tekrar tahta geçmesini Tervel sağladıysa da, tahttan inmesine sebep olanda babası Asparuh idi. 708 yılına gelindiğinde Justinianos, Hem geçmişten gelen intikam duyguları hem de karakteristik yapısı hasebiyle egemenliğini sağladıktan hemen sonra hediye ettiği toprakları geri isteyerek büyük bir orduyla hem karadan hem denizden Tervel’in üzerine yürdü ancak Anchialos kentinde sonuçlanan savaş neticesinde yenildi ve gemiyle kaçarak Bizans’a geri döndü. Bu zaferden sonra Pliska’da yapılan Tervel Anıtı halen ayakta durmaktadır. 

Justinianos, bu yenilgiden sonra Tervel’in üzerine tekrar bir seferde bulunmadı. Kendi halkına yaptığı baskılarla bilinen Justinianos, aynı baskıları bölgesindeki Hazar halkına da uygulayınca Hazar Kağanı, sürgünde bulunan ermeni kökenli Philippikos’u Bizans’a göndererek imparator olmasını destekler. Bu hamle neticesinde Justinianos 711 yılında tahttan indirilir. Tervel, bu karmaşadan istifade etmek ve Bizans üzerindeki baskılarını arttırmak amacıyla saldırıya geçerek tehdit amacıyla kenti yağmalar. Bu büdahale Bizans’daki politik karmaşaları dahada arttırır ve Philippikos’un 713 yılında tahttan indirilmesine sebep olur. Yerine 3. Theodosius geçer. 

Theodosius, Tervel’in Bizans üzerindeki baskılarına karşı koyamayacağı için 716 yılında barış antlaşması imzalamak zorunda kaldı. Bu antlaşma gereği Bizans sınırlarını Burgaz körfezine kadar çeker ve vergiler düzenli olarak ödenmeye başlar. Bunun yanında ticaret anlaşmaları da yapılarak iyi ilişkiler içerisine girilir. Bu barış döneminde Araplar İstanbul’u kuşatmak için Bizans üzerine saldırmışlardı. Bu kuşatmada, Theodosius ile iyi ilişkiler içerisinde bulunan Tervel, Araplara karşı Bizans’ın yanında yer alarak Bizans’a destek verir. 

Kuşatmadan sonrada Bizans’daki iç karışıklıklar devam eder ve 717 yılında Theodosius tahttan indirilerek, ermeni asıllı olan 3. Leon tahta geçirilir. Tervel, Leon’a karşı 2. Anastasius’u destekler ancak Leon, muhalif çalışmaları engeller ve Anastasius’un tahta geçmesini önler. Tervel, bu girişimde Muaffak olamayarak geri döner ve 718 yılında vefat eder. 


Trivem Dönemi (718 – 724) ve Sevar / Sever Dönemi (724 – 740)

Tervel’den sonraki Trivem ve Sevar dönemi önemli ölçüde barış içinde geçmiştir. Bu döneme ait tarih sayfalarında önemli bilgiler bulunmuyor. Bizans ile mücadele edilmediği, diğer sınır komşuları olan Avarlar’ında oldukça zayıflamış olmaları, 22 yıllık bir barış süreci olarak karşımıza çıkıyor. Ancak Asparuh ve Tervel dönemlerinde tabi kılınan Slav boyları, görevlendirildikleri sınır bölgelerinde güç kazanması ve nüfuz elde etmeleriyle devletin yönetiminde söz sahibi olmaya başlamışlardı. Bu durum, devletin yönetimini ellerinde bulunduran Dulo ailesi ile Slav knezleri ve komitopuloslarının bulunduğu zümre arasında politik hengameler ortaya çıkardı. İlerleyen zamanlarda Tuna Bulgarlar’ının Slavlaşmasıyla sonuçlanacak bu politik gelişme, Tervel’in vefatı ile kendini göstermeye başladı. Bu sürecin neticesinde Sevar’dan sonra yönetime Slav asıllı olan Kormikoş  geçti. 


Kormikoş / Kormış Dönemi (740 – 756)

Dulo ailesi ile nüfuzları artan Slav knezlerinin arasındaki siyasi çalkantılar, Slav’ların lehine gelişerek yönetime Kormikoş’un geçmesiyle sonuçlandı. Tuna Bulgarları, yönetim biçimi ve teşkilatlanma olarak Türk örflerine göre idare ediliyordu. Ancak Kormikoş, Bizansın yönetim biçimi ve teşkilatlanmasını beğeniyordu. Bu açıdan Bizans ile iyi ilişkiler içerisinde bulunmayı seçti. Ancak Bizans’ın sınırda kaleler inşa edip Suriyeli ermeni göçmenleri askeri sınıf olarak bu kalelere konuşlandırması Kormikoş’u rahatsız etti. Bizans’dan alınan vergiler Kormikoş döneminde sürekliliğini yitirmiş ve düzensizleşmişti. Kormikoş bu durumu bahane ederek ordusu ile Bizans’a yürüdü. Bizans surlarına kadar ilerleyen Kormikoş, muaffak olamayarak geri çekilse de Bizans’ın denizden ve karadan saldırmasıyla mağlup oldu. Bu yenilgiden sonra vefat ederek yerini oğlu Vinek aldı. Kormikoş ile Dulo ailesinin yönetim üzerindeki hakimiyeti son bulmuştu. Kormikoş’un ölümü üzerine de eski Bulgar sülalelerinden olan Voküller ve Ugayinler birbirleriyle üstünlük mücadelesine giriştiler. 


Vinek Dönemi (756 – 761)

Babası gibi Slav asıllı olan Vinek, iç karışıklıkların baş gösterdiği bir dönemde yönetime geçti. Kormikoş döneminde Bizans ile başlayan çatışma hali Vinek döneminde daha da hızlandı. Sık aralıklarla ve uzun süren savaşlar tezahür etmeye başladı. Bu savaşların en önemlilerinden biri 759 yılında meydana gelen Belgrad savaşıydı. Bu savaşta Bizans, büyük bir orduyla Bulgarların üzerine yürüdü. Ancak Vinek’in kazandığı bu savaşta Bizans’ın neredeyse tüm üst düzey komutanlarını kaybetmesiyle sonuçlandı. Vinek, savaş sonrasında esir aldığım tüm Bizans askerlerini de öldürmüştür. 

Asparuh döneminde teba olarak kabul edilerek sınır görevlerinde bulunan Slav’lar, Vinek döneminde de güçlendiler. Vinek dönemine kadar Politik çekişmelerin içinde bulunan Slavlar, kendiside Slav olan Vinek döneminde, devlet işlerinde doğrudan görev almaya başladılar. Bu durum, Bulgar boylarını oldukça rahatsız etti. Slav hakimiyetine karşı birlik olan Bulgar boyları, güçlerini birleştirerek Vinek’i öldürüp yönetimden indirdiler ve yerine Ugain boyundan gelen Teleç’i yönetime geçirdiler. Bunun yanında devlet teşkilatlanmasında doğrudan müdahil olan Slav’larda yönetimden uzaklaştırılarak yönetimin tekrar Türkleşmesini sağladılar. 


Teleç Dönemi (761 – 764)

Bir tür Devrim ile yönetime geçen Teleç (Telets), Slav boylarının oluşturduğu politik karmaşayı sona erdirip devlet teşkilatlanmasındaki bozukluklara müdahale etti. Devlet yönetimi ve askeri teşkilatlandırmayı toparlayarak Bizans’ı baskı altında tutma politikalarına devam ettirdi. Teleç yönetimi döneminde Bizans tahtında Konstantin bulunuyordu. Bulgar akınlarına karşı zayıf kalan Bizans, Bulgar münasebetlerinin devlet içerisindeki olumsuz etkileri Konstantin’i tedirgin etmeye başladı. Bulgar akınlarına karşı zayıf tepkiler veren Konstantin, kesin başarı elde etmek için hazırlıklarını tamamlayarak Teleç’in akınlarını karşılamak için büyük bir ordu hazır etti. Bu sefer savunma değil saldırı ile karşı koymayı düşünerek Teleç’in üzerine yürüdü. Hem karadan, hem denizden kalabalık bir donanma ve ordu ile Anchialos’da Teleç’in ordusu ile karşı karşıya geldi. Teleç bu savaştan ağır bir yenilgi alarak geri döndü. Konstantin’de aldığı çok sayıda esiri Bizans’a götürüp vatandaşlarına öldürttü.

 Teleç’in devrim ile başa geçmiş olması nedeniyle bu ağır yenilgi Slav boyları için önemli bir fırsat oldu. Bu kez Slav’lar yönetime müdahale ederek Teleç’i öldürdü ve yerine Kormikoş (Kormış)’un kayın biraderi olan Sabin ( Savin / Savinos ) yönetime geçirildi. Bu hamle ile Bulgarlardaki iç karışıklıklar tekrar baş gösterdi. 

Sabin Dönemi (764 – 767)

Teleç yönetimindeki ağır yenilgiden sonra, iç karışıklıklarında etkisiyle oldukça zayıflayan Tuna Bulgarları, kısa bir dönem önce vergiye tabi kıldıkları Bizans’a karşı koymakta zorlanmaya başladı. Sabin, hem Slavların Bizans ile aralarının çok kötü olmaması, hem de devletin zayıflamış olması ve karşı koyamayacak olması nedeniyle barış teşebbüslerinde bulunmaya başladı. Ancak Bulgar beyleri, bu durumdan hiç hoşnut olmadı. Slavların yönetimde olmaları hasebiyle de tekrar yönetime müdahale ederek Sabin’in yerine Bulgar boylarının lideri konumunda olan Toktu’yu geçirdi. Bu müdahaleye karşı koyamayan Sabin, kaçarak Bizans’a sığındı. 


Toktu Dönemi (767 – 772)

Slav hakimiyetine ve devletin iç karışıklıklarla boğuşmasına müdahale amacıyla yönetime geçirilen Toktu, Bizansa karşı koymaya çalışsa da başarılı olamayacağını fark eder ve barış anlaşması için girişimlerde bulunur. Bizans’ın Bulgarlar içerisindeki bazı kişilerle anlaşmazlıkları vardı. Bizans bu kişilerin teslim edilmesine karşılık barış anlaşması imzalamayı kabul ederek antlaşmayı imzaladı. Ancak barış süreci oldukça kısa sürdü. Konstantin, Bulgarlar’ın içinde bulunduğu iç çekişmeler ve zayıflığı kullanarak iç işlerine ve devlet yönetimine müdahale etmeye başladı. Toktu, tüm bu gelişmelere karşı koyamayacak kadar zayıf düşen devletini yönetemeyeceğini anlayarak kardeşi Pagan ile birlikte kaçmaya karar verdi. 772 yılında, kardeşi Pagan ile Tuna kıyısındaki ormanlık alanda saklanırlarken Bizans askerleri tarafından bulunarak öldürüldüler. Toktu’dan sonra yerine başka bir Bulgar beyi olan Telerig geçti. 


Telerig Dönemi (772 – 777)

Telerig, Toktu ve kardeşi Pagan’ın öldürülmesinden sonra yönetime geçse de Tuna Bulgarları artık oldukça zayıf düşmüş, hakimiyeti altındaki toprakların yönetimini bile tam olarak sağlayamayarak iç çekişmelerle boğuşmakta olan bir devleti yönetiyordu. Telerig, Bizans’a karşı koyamayacağı için Bizans saldırmadığı sürece bir tepki vermeyerek iç karışıklıkları ve teşkilatlanma sorunlarını çözmeye çalışmaktaydı. Ancak 774 yılında Bizans, donanması ile denizden ve karadan Bulgarlar’ın üzerine yeni bir sefere çıkar. Telerig, barış istese de Bizans’ın amacı Bulgar tehlikesini ortadan kaldırmak olduğundan bu teklifi reddetti. Savaş henüz başlamamışken kopan yoğun bir fırtına, Bizans donanmasının ağır kayıplar vererek neredeyse yok olmasına sebep olur. Bu ağır kayıptan sonra Bizans geri dönmek zorunda kalır. Telerig, hem iç karışıklıklar hem de zayıflayan ordusuna rağmen, Bizans’ın Ülkesi üzerinde baskı kurmasını ve sınırlarını ilerletmesini engellemiştir. 

Telerig, Bizans ile mücalede de zayıf kalmasının nedeni olarak iç karışıklıkları görüyordu. Önce ülkesine hakim olması ve iç karışıklıkları ortadan kaldırması gerektiğini biliyordu. Ancak ülkesinde çok sayıda Bizans çaşıtı olması bunu yapmasını zorlaştırıyordu. Akıllıca bir stratejiyle Bizans imparatoruna sığınmak istediğini, ülkesinde kimlere güvenebileceğini soran bir mektup iletti. Bizans İmparatoru yanıt olarak, kendi adamlarını Telerig’e bildirir. Telerig, bizzat Bizans İmparatorunun kendi çaşıtlarını bildirmesiyle harekete geçer ve bu çaşıtların tümünü öldürür. Bizans kaynakları, Konstantin’in yaptığı hatanın ruhsal çöküntüsüyle çok kısa bir süre içerisinde saçlarının tamamen ağardığını yazar. Konstantin, Telerig’in bu hamlesinden sonra süratle ordusunu hazırlayarak, kendiside ordunun başına geçip Telerig’in üzerine yürür ancak sefer sırasında ateşli bir hastalığa yakalanarak geri dönüş yolunda ölür. 

Ülkedeki iç karışıklıklar önemli nispette düzeltilmiş, Bizans bir şekilde etkisizleşmiştir ancak kati bir zafer isteyen Bulgar beyleri Telerig’i devirmek için harekete geçer. Telerig, bunu haber alınca Bizans’a kaçar ve vaftiz olarak İmparator 4. Leon’un yeğeni ile evlenip Patrik yapılır. 


Kardam Dönemi (777 – 803)

Telerig’in can korkusuyla kaçıp Bizans’a sığınması üzerine Bulgar beyleri, yönetime geçmek üzere Kardam’ı seçtiler. 

Tuna Bulgarları, sahip oldukları geniş topraklara rağmen oldukça zayıf düşmüştü. İç karışıklıklar ve Bizans’la yapılan savaşlarda ağır mağlubiyetler almaları siyasi iradeyi ve öz güveni azaltmıştı. Zira Bizans’a göre de Bulgarlar artık önemsiz bir güçtü ve tedirgin olunması gereksizdi. Kardam’da uzun bir süre Bizans ile ilgili bir hamlede bulunmadı. Bu süre zarfında Bulgarlar, Kardam döneminde güçlerini toparlayarak eski güçlerine erişmek için çabaladılar.

Savaşsız geçen 13 yılda İç karışıklıkların önüne geçerek gücünü toparlayan Kardam, 791 yılında tekrar Bizans’ı  baskı altına almak amacıyla Güney Makedonya’da bulunan Bizans heyetini, toprakların sahibi sıfatıyla yakalayarak öldürür. Bunun üzerine Bizans İmparatoru 6. Konstantin, beklemediği bu saldırıya karşı yanıt vermek için Kardam’ın üzerine yürüdü. Bugünkü Edirne’nin 20Km kuzeyinde (Sinanköy civarı) Kardam ile karşılaşsa da, ilk çatışmada kaybedeceğini anlayıp geri çekildi. Konstantin, Bu başarısız girişimden 1 yıl sonra 792’de bu kez Karadeniz sahilinden donanması ile saldırıya geçerek Burgaz’ın Kuzey Doğusundaki Karnobat yakınlarında bir kaleye konuşlandı. Kardam’da, ordusuyla kale önlerine gelir. Zaferin kendisinin olacağı kehanetiyle kazanacağından emin olan Konstantin, Kardam ve ordusuna düzensiz ve dağınık şekilde saldırır ve ağır bir yenilgi alır. Kardam, bu savaşta Bizans komutanlarının çoğunu kahin tepelerde öldürerek uzun bir süreden sonra tekrar Bizans’a karşı zafer kazanmış olur. Bu savaştan sonra Kardam ile Konstantin arasında barış imzalanır. Bu zafer ile Bizans tekrar baskı altına alınmış olur. 

796 yılına gelindiğinde Kardam, barış anlaşması imzalamış olmasına rağmen Konstantin’den vergi ister. Kabul etmemesi durumunda üzerine sefer yürüteceği tehtidinde bulunur. Bunun üzerine Konstantin, “Sen Zahmet Etme, Ben Oraya Geleceğim” yanıtını gönderir ve anadoludaki birliklerini toplayarak teşekkül ettiği ordu ile Kardam’ın üzerine yürür.  Kardam, beklemediği büyüklükteki Bizans ordusu ile karşılaşacağını fark edince savaşa girişmez ve geri çekilir. 

Bizans bu savaştan sonra iç karışıklıklar ve çekişmeler dönemine girer. Bizans İmparatoru Konstantin’in, annesi İrene tarafından gözlerinin millenmesiyle Bizans’da önemli bir otorite boşluğu meydana gelir. Buna rağmen Kardam, Bizans ile ilgilenmeyip Avar devletinin yıkılmasıyla Ülkenin Batısındaki otorite boşluğundan istifade ederek topraklarını genişletme çabası içerisine girer. Ancak Avar’ların mirasından pay elde etmek için giriştiği teşebbüsler neticesinde Avar bünyesinde bulunan Bulgar topluluklarını da ülkesine tabi kılınca, tabi kıldığı Bulgar topluluklarının beyleri yönetime göz diker. Bu karmaşalara karşı yönetimini koruyamayan Kardam, Avar yönetimi altında yaşayan Erdel/Orta Tuna Bölgesinde yaşayan Bulgarların lideri Krum hanın yönetimi eline almasıyla kendi yönetimini kaybeder. 


Krum / Kurum Dönemi (813 – 814)

Avar İmparatorluğunun yıkılmasıyla Avar bünyesinde varlıklarını sürdüren Tuna bölgesi Bulgarlarının lideri Krum Han, Tuna Bulgarlarının bünyesine girmesiyle gücünü Tuna Bulgarları üzerinde nüfuz haline getirerek yönetime geçti. Krum Han, hem Tuna Bulgarlarının içerisindeki idareyi düzenledi hemde  Avarlar’ın yönetimi altında bulunan bölgelerdeki otorite boşluğundan istifade ederek Macaristan ve Transilvanyayı sınırlarına kattı. Krum Han döneminde Tuna Bulgarları, ozamana kadarki  en geniş hakimiyet alanına kavuşmuş oldu. 

Krum Han’ın ilerleyişinden tedirgin olan Bizans İmparatoru Nikepholos, 811 yılında Bulgar Başkenti Pereyaslav’a yürüyerek Krum Han ile karşı karşıya geldi. Krum Han, Nikepholos’u mağlup ederek Nikepholos’uda savaş meydanında öldürdü ve ordusunu dağıtarak Bizans’ın Tuna Bulgarları üzerinde baskı oluşturmasını önlemiş oldu. Bunun üzerine Nikepholos’un varisi 2. Mikhael, ordusunu toparlayıp güçlendirerek Krum Han’ın üzerine yürüsede Krum Han, Mikhael’ide mağlup ederek otoritesini ve gücünü sağlamlaştırdı. Bu galibiyetin üzerine Bizans’ı ortadan kaldırmak için “Altın Mizrağını Yaldızlı Kapuya (Yedikuledeki Tören Kapısı) Asmaya” yemin etti. 

Bizans tehlikesini bertaraf ettikten sonra Sofya, Niş ve Belgrad şehirlerini işgal ederek Avrupa-Ortadoğu arasındaki en büyük Ticaret ve Askeri sevkiyat yolunu kontrolü altına almış oldu. 813 yılında Bizans’ın üzerine yürüyüp Filibe üzerinden Edirne’yi kuşatarak ilerlemeye devam etti. Bizans’ı ortadan kaldırma yemini eder Krum Han, Bizans surlarına kadar ilerleyip bugünkü İstanbul’u kuşatma altına aldı. Fakat saldırıların en şiddetli döneminde 13 Nisan 814’de ağzından kan gelerek ölünce kuşatma durduruldu ve Bulgar ordusu geri dönmek zorunda kaldı. Krum Han’ın ölümünden sonra oğlu Omurtag yönetime geçti. 


Omurtag Dönemi (814- 831)

Babası Krum Han’ın İstanbul kuşatmasında ölmesinden sonra yönetime geçen Omurtag, Tuna Bulgarlarına tarihinin en parlak dönemini yaşattı. Önce Bizans ile 30 senelik barış ve ticaret anlaşması imzalayarak toplumunun refahını yükseltti. Bizans’ı kıskandıracak güzellikte şehirler, saraylar, su yolları, abideler, mimari eserler miras bırakmıştır. Bu mirasların içerisinde beklide en değerlisi olan 40M² lik Kitabeli Krum Han’ın Altın Kabartması bugünlere kadar ulaşmıştır. 

Ülkenin refaha kavuşması ve güçlenmesinin yanında Slav boylarının giderek nüfuz kazanması ile Hristiyanlığın toplum içinde rağbet görmeye başlamış olması Omurtag’ı rahatsız etti. Omurtag, Türk’lüğün temel taşlarından olan Gök Tanrı inancının korunması ve Kültürel yozlaşmanın önüne geçilmesi amacıyla Hristiyanlığa karşı sert önlemler almıştır. 

O dönemde Bizans’a düşman tutum içerisinde bulunan Frenk İmparatorluğu (Bugünkü Fransanın Kökeni) ile uzlaşmaya çalışsa da başarılı olamayınca Tuna-Sava-Drava havzasını ele geçirerek Roma devrinden beri terk edilmiş olan Tuzlaları (Tuz İmalat Havzaları) yeniden işletmeye başlayıp Devletine büyük bir servet kazandırdı. 831 yılında vefat ettiğinde arkasında Muazzam Şehirler ve Müreffeh bir toplum bıraktı. Vefatından sonra yerine oğlu Malamir/Balamir geçti. 


Malamir Dönemi (831 – 836)

Malamir / Balamir, babasının vefatından sonra yönetime geçerek müreffeh ülkesini, babası gibi Barışçıl şekilde ve Hristiyanlığa karşı önemli tedbirler almaya devam ederek yönetti. Ülke içerisindeki Slavların nüfuz kazanmasını engellemek, Bizans’ın misyonerlik faaliyetlerinin önüne geçmek ve Şehir yaşantısına alışmaya başlayan Bulgar topluluklarını Kültürel değerlerden uzaklaştırmasını önlemek amacıyla Hristiyanlığa karşı tedbirler alarak kısa bir dönemde olsa Devletin dirliğini muhafaza etti. Vefatı ile yerine Presyan geçti.


Presyan Dönemi (836 – 852)

Omurtag’ın torunu olan Presyan, babası Zvinitzi gibi Slavlaşmış bir Bulgardı. Slav hanımlarla evlenen Bulgar beylerinin çocukları zaman içerisinde Slav kültürünün tesirinde kalarak dini ve kültürel değerlerini kaybediyorlardı. Bu açıdan Presyan’da kültürel değerleri muhafaza etmeyi düşünen bir Han sıfatı taşımıyordu. Presyan döneminde Slavlaşma hızlanarak Bizans ile iyi ilişkiler içerisine girilmesiyle Hristiyan misyonerlerin ülke içerisindeki faaliyetleri artmaya başladı. Hem Slav kültürü, hem de Hristiyanlık Tuna Bulgarları arasında muteber hale gelmeye başlayınca Bulgar Beylerinin otoriteleri zaman içerisinde zayıflayarak nüfuzlarının azalmasına neden oldu. Presyan yönetimindeki 16 yıllık dönem, Tuna Bulgarları açısından çöküşün başlangıcı niteliğini taşıyordu. Kendisi Hristiyanlığı kabul etmemiş olmasına karşın ülke içerisindeki Hristiyan faaliyetleri engelleme teşebbüsünde bulunmayıp, yönetimdeki Slav hakimiyetini kolaylaştırmasıyla Tuna Bulgarları açısından bir kırılma noktası oluşturmuştur. 852 yılında vefatı ile yerine oğlu Boris Han geçti. 


Boris Dönemi  ve Yıkılış Süreci (852 – 1018)

Slav boylarının nüfuz kazanması ve yönetimi giderek eline geçirmesiyle kültürel olarak da yozlaşan Bulgar toplulukları, Slav kavimlerin arasında önemsiz bir unsur halini almaya başladığı Boris dönemi, Tuna Bulgar devletinin yıkılışını da beraberinde getirmiştir. Boris döneminde, bu çalkantılı dönem iyiden iyiye kendini hissettirmeye başladı. 

Boris, 864 yılında İlgi duyduğu Hristiyanlığı kabul ederek devlet dini olarak Hristiyanlığı benimsedi. Hristiyanlıktan uzak duran Bulgar toplulukları, Slavların nüfuz kazanması ve yönetimi ellerinde bulundurması nedeniyle kuzeye doğru göç etmeye başladılar. Yerleşik Bulgar topluluklarınında kısmen Slavlaşması Tuna Bulgar Devletinin Türk’lüğünü ortadan kaldırmaya başladı. Boris Han, 889 yılında manastıra kapanarak yönetimi büyük oğlu Vladimir’e teslim etti. 

Vladimir, yönetime geçmişti ancak Gök Tanrı inancı ve Türlüğünü önde tutarak babasının çıkardığı pek çok yasayı da iptal etti. Bu hareketiyle Bulgar topluluklarının desteğini almasına rağmen nüfuzu güçlü olan ve Hristiyanlaşmış olan Slav boyları bu durumdan hoşnut olmadı. Vladimir’in yaptıklarından haberdar olan Boris, 893’de manastırdan çıkarak tekrar yönetime geçti. Oğlu Vladimir’in canlı halde  gözlerini çıkartarak öldürdü ve yerine küçük oğlu Simon’u yönetime geçirir. 

Simon döneminde Bulgar Toplumu toplu halde Hristiyanlığa geçerek Slav kültürünün etkisi altında kaldılar. Bulgar Türkçesi de Slav dilinin etkisi altında kalarak asimile olur. 

Simon’un yönetime geçmesinden sonra Tuna Bulgar Devleti’nin Türk Devleti sıfatı ortadan kalkmış olur. Zira kısa bir süre sonrada yıkılarak “Slav Hristiyan Bulgar Devleti” kurulur. Bugünkü Bulgaristan’ın temelini oluşturan bu devlet, bir Türk boyunun adı olan “Bulgar” kelimesini devlet ismi olarak kullanmaya halen devam eder. 

Konstantin'i kuşatan Krum Han

Krum Han (Bulgarca: Крум) (ö. 13 Nisan 814), 803 öncesi - 814 yılları arasında hüküm süren Tuna Bulgar Devleti hanı.
Krum Tuna Bulgarları'nın Orta Asya uygarlığından çıkıp Slavlaşmaya başladığı bir yerde doğdu. Babası Toktu, Asya kökenli bir göçebe beyi iken annesi Slav'dı. Krum  Han da açık renk saçları ve açık renk gözleriyle Bulgarların Slavlaşması sürecinin örneklerindendir.
Krum Han Şarlman'ın zayıflattığı Avarlar'a ölümcül darbeyi vurdu ve 805'te Doğu Avrupa bozkırlarındaki en büyük güç haline geldi, bu sayede hem Asyalıların, hem Slavların dikkatini çekti. Batıda Karpatlar'ı ve güneyde Tuna Nehri'ni aştı, hem batının hem doğunun imparatorlarını tehdit ediyordu.
802'de tahta geçen Bizans İmparatoru I. Nikephoros hızla büyüyen Bulgar gücüne karşı harekete geçti. Bulgar topraklarına giren Bizanslılar katliama giriştiler, buna karşın Krum kadınları bile silahlandırarak direnişi örgütledi. Tuzağa düşürülen İmparator Nikephoros öldürüldü ve Krum, imparatorun kafatasını gümüşle kaplı bir şarap kadehi haline getirterek zaferinin simgesi olarak kullandı.
I. Nikephoros'un yerine oğlu Stavrakios geçti. Ancak o da Krum'a karşı savaşırken boynuna aldığı yara yüzünden tahttan çekildi ve ardından öldü.
Trakya'yı istila eden Krum, Konstantinopolis'i bile tehdit edecek duruma gelmişti. Yeni imparator I. Mikhail Bulgarlarla Edirne yakınlarında karşılaştı. Ağır bir yenilgiye uğrayan Mikhael canını zor kurtardı ve bu olaydan sonra tahtı bırakıp kendini dine verdi.
Bir sonraki imparator V. Leo, Krum'u barış görüşmesine davet etti. Ancak bu bir tuzaktı ve Krum yaralı olarak kaçmayı başardı. Öfkelenen Krum Bizans'ı yerle bir etmeye karar verdi, Trakya'yı yağmalayarak ülkesine döndü ve ertesi yıl saldırmak üzere dev bir ordu hazırladı. 813 Yılında İstanbulu kuşatıyor, Yedi kule taraflarınıda karargahını kuruyor .Bizan kalesinde gedikler açmayı  başarıyor ve artık istanbula girilmek üzere   iken denize giriyor tengirzm inançlarına göre ilahi bir töeren düzenleniyor, kızlar saçı saçıyor dua ediliyor ve otağına çekiliyor. otağında iki kez bizans suikastçıları tarafından suikasta maruz kalıyor ve  Bizans'a son hucumu yapacağı sırada otağında ağzından ve burnundan kan gelmek sureti ile ölüyor

8 Kasım 2015 Pazar

Eski Türklerde Kürek Kemiği Falı

Kürek kemiği falı, Orta Asya'daki pek çok Türk boyunda da çok yaygındır.
Kürek kemiği ile fal açtırmak isteyen adam bir kürek kemiği bulur. Bu kemiğin kaynatılmamış olması gerekir. Falcı kemiği ateşte kızdırdıktan sonra eline alıp ince tarafından tutar. Kemikte çizgiler, çatlaklar ve noktalar belirmiştir. Fala baktıran çiftçidir. Hayvanını çaldırmıştır. Fala bakan kemikte oluşan çizgileri şöyle izah ediyor:
D-D çizgisinin ortasında fal sahibinin hanesidir. f ı g çizgisi b kırlarına gider ve geri döner. Bundan anlaşılıyor ki hayvan uzak yere götürülmüştür, fakat geri dönecek, bulunacaktır.
f i k yolu c arkasından geçerse, hele şu E sapının yakınından geçerse, kaybolan nesne ve hayvan çok uzaklara götürülmüştür, bulunamaz.
C işaretiyle gösterilen yere kemiğin iteği yahut kemiğin küçük kenarı denir.
A ile gösterilen yere kemiğin büyük kenarı denir.
f 11 çizgisi küçük c sırtında biterse kaybolan nesne uzakta değildir; bir adamın elinde kapalı bir yerde saklıdır. Her halde bulunacaktır. Eğer bu çizgi f ı m olarak c üzerinden geçerse kalbolan şey bulunmaz.
fon çizgisi büyük A sırtına gider ve burada biterse kaybolan şey ev çevresinde bulunuyor, f o p çizgisi A sırtından geçerse kaybedilen şey veya hayvan hırsız elindedir, hayvan arkasında yük ile dağa çıkmaktadır. Kaybolan şey cansız nesne ise hırsız bunu dağda saklamaktadır. Büyük Q-R çizgisi üzerinden geçerse bir yabancı adam kaybolan şey hakkında haber getirecektir, s-t çizgisi f-o çizgisini keserek A sahasının üzerinden geçip küçük c sırtına gelirse bu bir ırmağı gösterir. Hayvan su içmek üzere ırmağa gitmiştir. Eğer iki tane paralel çizgi ortaya çıkarsa bunlardan D-D arasındaki f noktasından başlayan biri kaybolan hayvanın yoludur. U çizgisi f çizgisinden kısa olursa arayan adam henüz hayvana ulaşmamıştır; eğer u çizgisi f çizgisini geçerse arayan adam çok uzaklara gitmiş, aradığı hayvan arkada kalmıştır. Eğer f çizgisi b alanına gider ve b alanı yanmış ise kaybolan hayvan veya nesne yandı demektir.
Falcıya göre kürek kemiği falıyla ancak kaybolan nesneler hakkında bilgi mümkündür. Başka şeyler öğrenilemez. En doğru söylenen kemik koç kemiğidir

Emir Timur sefere çıkarken kürek kemiği falına baktırırdı.

Falcılara göre kürek kemiği birçok kısımlara ayrılır. Bunlardan en önemlileri şunlardır:
a) Kazan, 
b-b) gırtlak. 
W) kemiğin arkası, 
d) kulak. 
g) alın, 
e) kemiğin eteği, 
b-g) kenar, 
b-d) kara yol. 
c-c) kuskun. 
M) dil, haber, 
m-m) engel, sefere çıkılmaz. 
O) yakın ilde bulunan hırsızın yolu. 
O) uzaktaki hırsızın yolu. 
n) müjde, 
p) yorgun at. 
b-b) birbirine çizgi ile bağlanırsa 'hırsız yakalanacak'. 
F) noktasından çizgi olursa kaybolan şey bulunur.

Eski Türkler Kürek Kemiği Falı 2

İnsanoğlu tarih boyunca gerek kendisiyle gerekse çevresiyle ilgili bilinmezlikleri anlayıp keşfetme, istikbalin neler getireceğini öğrenme arzusu içinde olmuştur. Bunda meçhule ve esrarengize olan merak duygusunun büyük etkisi vardır. İnsanlar geleceği öğrenme arzusuyla fal ve kehanet adı altında çeşitli yöntemlere başvurmuşlardır. Fal; genel olarak çeşitli tekniklerle gelecekten ve bilinmeyenden haber verme, gizli kişilik özelliklerini ortaya çıkarma sanatıdır. Falda çeşitli araçlar ve teknikler kullanılmış, buna göre de değişik fal türleri ortaya çıkmıştır: yıldız falı, el falı, kuş falı, kâğıt falı, iç organlar falı, kum falı, zar falı, kitap falı, ateş falı, su falı, çay falı, kahve falı, bakla falı, kürek kemiği falı gibi…(Aydın 1995: 134-135). Bu çalışmada, kürek kemiği falı hakkında genel bilgi verilmiş, Bosna-Hersek Gazi Hüsrev-Begova Kütüphanesi (Sarayevo)’nde Türkçe Elyazmaları bölümünde 1250 numarada kayıtlı eserin 55b-59a varakları arasında yer alan “Risâle-i ˘İlm-i Ketf” başlıklı kürek kemiği falı metni çevriyazıya aktarılmış, metnin günümüz Türkçesiyle çevirisi yapılmış ve sözlüğü hazırlanmıştır. Çalışmanın sonunda eserin tıpkıbasımı yer almaktadır.



  Kürek Kemiği Falı Divânu Lügâti’t-Türk’te yarın olarak adlandırılan “kürek kemiği” için diğer Türk lehçelerinde aynı kökten gelen, ancak lehçe hususiyetlerine göre fonetik değişmeye uğramış kelimeler kullanılmaktadır. Eski Yunanlılarda ve Romalılarda mevcudiyeti bilinen kürek kemiği falına Yunancada ωμοπλατοσκοπία, Latincede skapulimantia adı verilirdi. Araplar bu falı eski Yunan ilimlerinden sayarak ilmü’l-ketf (kürek kemiği bilgisi) adıyla bir bilim dalı olarak kabul etmiş, bu konuda risaleler yazmışlardır (İnan 1986: 152). İslam dünyasında bu fal çeşidi kıtfe/kitfe adıyla da bilinmektedir. Bunun için koyunun kürek kemiği kullanılır. Kemiğin üzerindeki kırmızı hat kan döküleceğine, sarı çizgi hastalığa, yeşil bolluk ve ucuzluğa, siyah ise darlık ve yoksulluğa işaret sayılmıştır (Duvarcı 1993:


Çinlilerde kürek kemiği falının geçmişi, Neolitik döneme tekâbül eden Lung-shan kültürüne dek gitmektedir (Buckland 2004: 421). Çinliler de özellikle devlete ait işlerde verilecek kararı belirlemek amacıyla koyun, öküz kemikleri ve kaplumbağa kabuğu ile tabiat ruhlarına ve atalara danışma şeklinde fala bakarlardı (Aydın 1995: 136). Japonlar da kürek kemiği falına bakarlardı. Bir geyik kürek kemiğini ateşe tutarak ısıttıktan sonra çatırtılarından anlamlar çıkarma şeklindeki fal uygulamasının hâlâ devam ettirildiği bölgeler vardır. Ayrıca kaplumbağa kabuğu da öteden beri kullanılmaktadır (Aydın 1995: 136). 12. yüzyılda İngiltere ve İrlanda’da, 13. yüzyılda Wales’te koyun veya domuzun sağ kürek kemiğine bakmak suretiyle gelecek hakkında tahminlerde bulunulurdu. Bunun için kemik öncelikle suda haşlanırdı. Kemiği asla ateşe tutmazlardı (Buckland 2004: 421). Kürek kemiği falına Moğol saraylarında da çok önem verildiği bilinmektedir. Avrupalı gezgin Rubruk’un verdiği bilgilere göre Mengü Han bir işe girişmeden önce kürek kemiğine bakardı. Moğolların kürek kemikleri ile fala baktıklarını 1221 yılında Çinli gezgin Menhun da belirtmektedir (Tavkul 2007: 186). Bu geleneğin Karaçay-Malkar, Kazak, Kırgız, Altay, Yakut, Kırım Tatarları, Nogay, Kafkas halkları arasında da yaygın olduğu görülmektedir (Tavkul 2007: 181-190). Kazak Türkleri arasında bu yöntemin şöyle uygulandığını görüyoruz: Fala baktırmak için özellikle keçi veya tekenin kürek kemiğini tercih ederler. Önce kemik ateşe atılır ve bir müddet orada tutulur. Daha sonra ateşten çıkarı- lan kürek kemiği üzerinde oluşan çizgilere göre falcı çeşitli yorumlar yapar. Kemik üzerindeki kesiksiz düz çizgi yolun açık olduğuna, eğri büğrü çizgi ve delikler ise yolun kapalı olduğuna işaret eder. Kürek kemiği üzerinde çıkan çizgi ve izlerden Kazaklar bir atın gittiği yol, bir hırsızın kaçtığı yol, kaybolan bir eşyanın yeri gibi şeylerin tespit edilebildiğine inanırlar. Kürek kemiği sevinçli ve kederli haberleri de bildirir. Falcı fal bakacağı kürek kemiğini çeşitli dualarla temizler. Kemiğin etleri dişle koparılmaz ve kıkırdakları bıçakla kesilmez. Fal bakılan kürek kemiği faldan sonra hemen atılmaz, çeşitli dualar okunarak parçalanır, sonra köpeklere atılır. Aksi takdirde eve uğursuzluk geleceğinden korkulur (Altınmakas 1984: 129). Bugün bile Anadolu’nun birçok yerinde kasaplar kürek kemiğini kırmadan atmazlar (Duvarcı 1993: 20). Arkasını kapıya dönerek oturan falcı, gelecek hakkındaki tahminlerini tamamla-



dıktan sonra kürek kemiğini arkaya doğru fırlatır. Kemik kapının yukarısına isabet ederse bütün söylediklerinin gerçekleşeceğine inanılır (Radloff 1994: 256). Yine Türk halklarından Yakut ve Karagaslar kürek kemiği falı için geyik kemiğini tercih ederler. Kürek kemiği falı ile ancak kaybolan nesneler hakkında bilgi sahibi olmanın mümkün olduğuna inanan Sagay Türkleri için en doğru söyleyen kemik koç kemiğidir (İnan 1986: 156). Kürek kemiğiyle fal bakma Asya’nın birçok bölgesinde yaygındır. Orta Asya Türkleri, Moğollar, Araplar, Yunanlılar, Romalılar ve bazı Balkan halklarında koyun ve keçi gibi hayvanların kürek kemiğiyle fala bakma geleneği vardır. Türkler arasında İslam’dan önce de mevcut olan bu yöntem günümüzde Anadolu’nun hayvancılıkla geçinen bazı yörelerinde uygulanmaktadır (Aydın 1995: 136-137). Bu âdet eski usta çobanlar arasında bilinmektedir. Bilhassa Yörük, Arnavut ve Rum çobanların bu işte usta oldukları iddia edilmektedir. Bir kimse ancak kendi malı olan koyunlardan birinin kürek kemiğine baktırabilir. Şayet kendi koyunu yoksa, kasaptan kürek kemiğini çıkartmadan et alınır sonra da bu et, kemikten itina ile sıyrılır. Kurban bayramlarında kurban kesenler bunların kürek kemiklerini de bu iş için kullanabilirler. Bilhassa Rumlar kızıl yumurta bayramlarında kestikleri kurbanların kürek kemiklerini de fala bakmadan atmazlarmış (Necati 1930: 38). Ahmet Midhat Efendi’nin 1897 Türk-Yunan Savaşı münasebetiyle yazdığı Gönüllü romanında kürek kemiği ile fal bakma inancından detaylı bir şekilde bahsedilmektedir. Bıçak silimi adı verilen bir ziyafet tertip edilir. Bu ziyafetin konukları Türk ve Arnavut’tur. Bu ziyafetin en makbul yiyeceği kuzudur. Çünkü kuzu yenildikten sonra kürek kemiği falına bakılacaktır. Fala bakacak kişi, dişi ve diliyle yalayıp temizlediği kemiği ışığa tutarak kemik içinde görebileceği kan lekesi gibi şeylerden manalar çıkaracak ve çevresindekilere bu manaları anlatacaktır. Falı bakan kişinin “cenk var, hem de cenk” demesi üzerine ziyafettekilerin keyfi kaçar. Bunun üzerine bu ziyafette yenilen kuzunun nerede doğup büyüdüğünün asıl dikkat edilmesi gereken husus olduğuna dikkat çekilir. Ziyafette yenilen kuzunun Yunanistan’ın Serfiçe kasabasından değil de Yenişehir tarafından getirildiği, dolayısıyla vuku bulacak bozgunun Türk tarafında değil de Yunan tarafında olacağı kanaatine varılır. Bu kanaat üzerine ziyafetteki herkes rahatlar. Böylece fiilen başlamamış olan 1897 Türk-Yunan Savaşı’nın neticesi bakılan kürek kemiği falı ile önceden tespit edilmeye çalışılmıştır. Ahmet Midhat Efendi, romanında bu konu ile ilgili kendi görüşlerine de yer verir. Ona göre bu tür fal İslamiyet ve Hristiyanlık zamanlarından değil, putperestlik zamanlarından kalma âdettir



7 Kasım 2015 Cumartesi

Anadolu'da Çeşitli adet ve gelenekler:

Anadolu'da Çeşitli adet ve gelenekler:


 Ölünün mezarı başında ateş yakmak, Türkmenlerde eskiden kalma bir adettir.
 Türkmenler, genç ölmüş bir adamı gömdükten sonra, onun atını süslerler ve ölünün üstünden çıkarılan elbiseyi bir ağaca giydirirler. Köyün kadınları donatılmış bu at ve giydirilmiş ağacın karşısına geçerek ağıtlar okur ve ağlarlar.
 Ölü gömüldükten sonra bir kurban kesmek adettir. Bu kurbanın ismine "kazma takırtısı kurbanı" denir.
 Ateşe hürmet çoktur, ateşe işeyen çocuklar dövülür; ocağa ayakkabısıyla basanlar azarlanır. Ateş için şöyle bir dua etmek Türkmen adetlerindendir:
"Ey Allah bizi nurdan, nardan ayırma."
 Bir evden ölü çıkınca, üç gün o evde ocak yakmak ayıptır. Ev sahibinin yiyeceğini komşular ve dostlar sağlar.
 Adaklarda kurban kesmek Türkmenlerin adetlerin-dendir. Bu kurbanlar bir ziyarette kesilip yedirilir ve yemeklerin artan kısmı "SEN DE YE MÜBAREK" diyerek ziyaretin başına dökülür.
 Türkmenlerin en büyük yeminleri boz geyikli babalarının ellerindeki bambu çubuktan atlamakla olur. Ve buna Türkmenler "ÇÖVEN ATLAMA" derler ki, bir Türkmen, çöven atladıktan sonra asla yalan söylemez.
Ağalarla yaptığım konuşmada dağınık olarak kaydettiğim maddeler bu kadardır. Diğer bölümler başlı başına birer konu olduğundan ayrı başlıklarla sayfalarımızda okunacaktır.

Doğuma Dair:

1- Hamile bir kadın, devenin altından geçerse, çocuğunun çok kuvvetli, adeta pehlivan olacağı inancı vardır.
2- Bir kadın hamileyken tavşan eti yerse, çocuğunun, dudağının yarık olacağı inancı hakimdir.
3- Doğuma yakın anası eşeğe binerse, çocuğunun aptal ve tembel olacağına hükmolunur.
4- Doğuma yakın anası ata binerse, çocuğunun yiğit olacağı söylenir.
5- Çocuk oynamaya başladığı zaman anası aya bakarsa çocuğu ay parçası gibi olur. Çocuk oynamaya başladığı gün anası yüzüne bir elma sürerse çocuğunun yanakları al olur.
6- Ağzı tatsızken (aş yermede) kadın tesadüfen bir çirkin adam, deve, tavşan gibi şeyler görürse çocuğu çirkin olur.
7- Ağzı tatsız bir kadın, tesadüfen yılan görürse çocuğu çevik, kurt görürse kahraman olur.
8- Hamile bir kadın, rüyasında koyun görürse, çocuğu uslu olur. Buğday ve at görürse çocuğunun rızkının bol ve kahraman olacağına işarettir.
9- Hamile bir kadın rüyasında boncuk ve süs eşyaları görürse, doğacak çocuğunun kız, para görürse erkek olacağına inanılır.
10- Doğacak kız çocuklarının bibisine (halasına), oğlanların ise dayısına çekeceği inancı vardır. Buna dair bir de atasözü söylenmiştir: Kadın gerek bey doğura! Beğin dayısı yiğit ola!
Yiğit çocuklar yetiştirmek isteyen genç, evlenirken alacağı kızın kardeşine bakmalıdır. Eğer kızın kardeşi yiğit ise, gencin soyunun yiğit olacağı inancı vardır.
11- Doğan çocuk bir zar içinde sarılı doğarsa buna "gömlekli uşak" derler ki, bu, çocuğun öksüz kalacağına hükmolunur.
12- Doğan çocuğun ağzında diş bulunursa, o çocuk, babasının başını yiyecek diye bilinir.
13- Bir hafta içinde bir köyde, iki evde çocuk doğarsa bu çocukların anaları kırkıncı gün karşı karşıya gelerek birbirleriyle bir demir parçası veya bir iğne değiş tokuş ederler. Bu iş çocuklardan birine kırk basmaması içindir.
14- Kırk basan çocuğun vücuduna ebesi iğne bağlamak ve usturayla bazı yerlerini kanatmak suretiyle tedavi eder.
15- Dönme Hastalığı. Çocuğu kırk basarsa, onu, bir terazinin gözüne koyarlar terazinin diğer gözüne hayvan tezeği doldururlar, ölçerler ve tezeği bir yerde saklarlar. Bir hafta geçince çocuğu tekrar ölçerler ve eğer ağırlık gözüne bir tezek eklemek gerekiyorsa, tekrar tartarlar. Ve ana-babası çocuğu kucaklarına alarak köre (mezarlığa) götürürler. Çocuğu burada bırakarak geri dönerler, eğer çocuk mezarlıkta ağlarsa döndü derler, ağlamazsa mutlaka öleceğine inanırlar.
16- Çocuğun diş çıkarma zamanında hedik (kaynamış buğday) kaynatılıp komşulara gönderilir. Diş çıkaran çocuk kız ise, komşulardan hediye olarak boncuk, erkek ise para gelir.