20 Mayıs 2016 Cuma

TÜRK KÜLTÜRÜNDE ASKER VE SİLAH



 Bozkır kültürü yerleşik kültürlere oranla çok zor şartların geliştirdiği sistemler bütünüdür. Tarıma elverişsiz geniş bozkırlar, hayvancılığı zorunlu kılar. M.Ö.4 bin ile 3 bin 500 yılları arasında atı evcilleştiren Türk boyları, hayvancılığı da yine at ile başlattılar. Hayvancılıkta, yazlak ve kışlaklar arasında hareket zorunludur. Büyük sürülerin kontrolü ve korunması için silah (tulum) edinmek ve silahlanmak (tulumlanmak) gerekir. Bozkır Kültürünün nüvesini hayvancılık oluşturur dersek sanırım yanılmış olmayız.
Boyların otlaklarının belirlenmesi, birbirlerinin otlaklarına tecavüzlerinin önlenmesi, dış saldırılara karşı hayvanların ve otlakların korunması için ordu gereklidir. Ancak, aynı zamanda büyük hayvan sürülerini (at, koyun, keçi, sığır) korumak için de silahlı insan gücüne ihtiyaç vardır. Bu şartlar “Ordu-Ulus” denilen sistemi zorunlu kılmıştır. Bu nedenle mevcut insan gücü çok etkili örgütlenmiş, barış zamanı gündelik işleri ve çoğunlukla hayvanlarıyla ilgilenen halk, aynı zamanda savaş talimi sayılabilecek uğraşlar ve eğlencelerle kendini eğitmiş, savaş zamanı asker olarak toprakların korunmasında görev almıştır. Sistem o kadar güzel örgütlenmiştir ki; savaş anında bir boyun en uç kısmındaki mensup, savaş düzeninin neresinde ve hangi birlikte görev alacağını bilirdi.
Savaş sırasında saldırı silahları olarak; ok ve yay, mızrak, kılıç ve türleri ile balta kullanılmış, (BAYKARA, 2001:172) yakın savaşlarda; kargı, süngü ve kalkan da kullanılmıştır. (KAFESOĞLU, 2011:274)
Ok ve Yay
Türk tarihinin başından itibaren kullanılmıştır. Çok farklı türlerde yay geliştirilmiştir. Bunların arasında süvari için üretilen ve at üzerinde kullanılması kolay olan küçük ebatlılar en yaygınıdır. Kuzetçiler (nöbetçiler) için üretilen daha büyük boyları, ok ile haberleşmede de kullanılırdı. Yay, genellikle sert ve sağlam olduğu için “kayın” ağacından yapılırdı. Ağaçtan veya boynuzdan yapılmış “kavisli kısmı” ile öküz bacaklarının sinirinden veya hayvan bağırsağından yapılmış “gerilen kısmı” yani kirişten oluşur. Üzerine sırım (ince deri parçası) veya sinir sarılmaktaydı. Bundan maksat, yayın hem direncini artırmak, hem de kuruyup bozulmasını engellemektir. Esnekliğini korumak için üzerine zamk sürülürdü.
Oklar üç bölümden oluşur. Demir çağıyla birlikte vurucu bölgesi (başak) demirden yapılmaya başlanınca, eski dil ile “temürgen” temren adını almıştır. İkinci bölüm genelde huş ağacında ahşap çubuk ve dengesini sağlayan son kısımda “yelek” bulunurdu. Oklar, “sadak, okluk, kuruglug, kiş, kiş kuruglug” gibi adlarla anılan torbalarda taşınır, genelde kavak kabuğundan yapılan bu sadaklar (torbalar) atın terkisine, savaşçının omzuna veya bel kayışına asılırdı.
Kılıç-Kıngırak
Türk kılıcı kendisine özgü hatları olan greklerin “Akinakes” dedikleri türdür. Maden işlemede, dönemdeşlerine oranla epeyce ileri olan Türk boyları, piyade ve ağır zırhlı düşmanlarının aksine, daha kısa, kullanımı kolay ancak maden olarak sert kılıçlarıyla üstünlük sağlamışlardır. Bir askerin genelde iki kılıcı olurdu. Bunlardan biri bel kemerinde, biri omuzda veya at koşumuna eklidir. İnce ve çok keskin namlu kısmı, düz veya kavisli olabilirdi. Eski Türk kurganlarında kılıç, meç (kısa kılıç),mızrak (kargı, süngüg), kısa mızrak (kaçut), bıçak, hançer (bügde/bükte), gürz (topuz), kamçı (berge) ve kement (ukruk) gibi çeşitli yakından savaş silâhları bulunmuştur. Kılıcın kavisi rastgele verilmiş bir eğrilik değildi. Vurulan yerde bütün güç kaviste toplandığı için oldukça etkiliydi. Genellikle ahşap olan Türk kılıçlarının kabzaları (boyın), sade ve yalın değildi; kabzaların başı, bazen Türklerin hayatında önemli bir yer tutan kurt (börü) veya kartal (bürküt) başları şeklinde yapılarak, kılıçlara bir sanat eseri özelliği kazandırılıyordu.
Kılıçlar, “kın” adı verilen bir çeşit kılıf içinde taşınmaktaydı. Kın bir halka ile savaşçının kemerine asılırdı. Genelde sağ el kullanıldığı için kın sol tarafa asılırdı. Ayrıca, yakın savaşlarda yada esir düşülmesi durumunda kullanmaları için eğri hançer “kıngırak” her askerin vazgeçilmeziydi.
Kalkan (Tura)
Düzenli ve ücretli, içinde piyadelerin de bulunduğu ordu oluşana kadar (Selçuklu dönemi) Türk kalkan tipi piyadelere oranla daha küçük ve hafiftir. Sol elle tutulur. Dikdörtgen, yuvarlak veya kabarık olabilir. İlk dönemler için hasır ve kösele kullanılmıştır. Yapıldığı malzemeye göre demir olanlara “hacefe”, çelik kalkanların yuvarlak olanına “yaleb” sair malzemeden yapılana “matrak” denir. Kalkanın orta bölümünde “mıh” yani çivi bulunur ve yakın savaşta aynı zamanda saldırı aracı olarak da kullanılabilir. Üzerindeki süsleme işçiliği Türk sanatında büyük öneme sahiptir.
Miğfer (tolga, tulga, yaşuk/aşuk
Tepesi sivri ve fes biçimindedir. Burnu korumak için üst uzantısı, kulakları, boynu muhafaza eden yan siperlik ve levhaları olabilir. Her dönemde kullanılmıştır. M.Ö. 209/206 yılında Çinlilerin Mao-tun (Modu) olarak isimlendirdikleri Mete (Bagatur) Han, hızla koşan atın üzerinde geriye dönerek isabetli ok atışı (part atışı) yapabilen askerlerinin miğferlerinin tolgalarına şahin yelesi takmalarına izin vermiştir. Bu gelenek 18. Yüzyıla kadar bütün Türk devletlerinde kullanılmıştır. nişancılıklarını veya askeri başarılarını ispatlamış olanlar, miğferlerinin yan veya ortalarına şahin tüyü takma hakkına sahiptir. Tüylerin takıldığı bölgeye göre anlamları vardır.
Zırh (Yarık)
İlk dönem sert deri ve köseleden üretilen, daha sonra hafif demir levhalar ve en son olarak yapımında çelik kullanılan giysilerdir. Avrupalıların, hareket kabiliyetini oldukça sınırlayan, ağır ve kalın zırhlarına karşılık, Türkler her dönemde küçük metal levhaların birleştirilmesiyle oluşturulan hafif zırhlar kullanmışlardı. Bu konudaki en güzel örnekler Selçuklu ve Memlüklerde görülür. Türk zırhı süvariye hareket serbestliği sağlar. Süvariler, en kıymetli yardımcıları olan atları için de zırh kullanırlardı. Bu tür zırhı atlara “kidimli” giyimli at denirdi. Atlara giydirilen zırh; at alın, boyun ve sağrı zırhı olmak üzere üç parçaya ayrılırdı. (1.Kılıçarslan, Emir Çavlı ile savaştığında atının da zırhlı olması sebebiyle nehirde boğulmuştur.)
“Kübe yarık” ve “say yarık” adıyla ayrılan iki tür zırh kullanılırdı. “Kübe yarık” bütün vücudu örter, “say yarık” ise, sadece demir göğüslük ve omuz korumasından ibaretti.
Cevşen ve Zemberek
Cevşen, örme zırh demektir. Genelde boyun bölgesi ve omuzlardan itibaren kolları korumakta kullanılır. Eklem hareketlerine fırsat verir. (Resimde askerin boynundan kol dirseklerine kadar örten bölüm) Demir örme, çelik veya pirinçten yapılır. Yönetici sülalesinin üyeleri için üretilmiş, güç ve asaleti temsil ettiği için altın veya gümüşten imal edilmişleri de vardır. Bunun en güzel örneği, Esik Kurganında bulunmuş ve M.Ö. V.yüzyıla tarihlenmiş Altın Elbiseli Adam’ın zırhıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder