20 Kasım 2016 Pazar

TÜRK MİTOLOJİSİNDE KUŞLAR



Auguste Comte’a göre “insanlık bir­biri ardınca üç halden geçmiştir ki şun­lardır: Teolojik hal ki bunda insan olay­ların izahını kendisininkine benzeyen fakat daha kudretli iradelerle izah eder; metafizik hal, ki bunda insan olayları so­yutlamalar (tecrit, abstractıon) ve tabiat kuvvetleriyle izah eder; nihayet pozitif hal, ki bunda insan olayları, başka olay­larla izah eder.”
Soyut düşünme seviyesi zayıf olan insan (ilk çağların insanı) soyut kavram­ları maddi bir şekle büründürme, onları belli bir şekilde, yapıda algılama ve yan­sıtma ihtiyacı duyar. Her varlığın, bede­ninden ayrı bir canı / ruhu bulunduğu, en ilkel insanların inanç sistemlerinde bile somut bir biçimde düşünülmüştür. Bu sebeple ilkel insan, kendi dışındaki her varlığı da kendisi gibi canlı / ruhlu saymıştır. Tabiat karşısında acizliğinin farkına varan, tabiat olaylarını açıkla­makta zorluk çeken insanoğlu olayları, durumları, varlıkları kendi hayal dünya­sında bir sebep – sonuç ilişkisi içerisinde açıklama ihtiyacıyla hikâyeler üretmiş, diğer yandan da sebebini anlayamadığı ve tanrılara mal ettiği olaylar ve durum­lar karşısında kendini koruma, savunma ihtiyacıyla olsa gerek, bir takım güçlere sığınma gereğini duymuştur.
Her millet, varoluşunu bir kaynağa dayandırma kaygısından dolayı, belli bir totem inancına bağlanmıştır. Kendisine bir yer, bir geçmiş belirlemek, çevresinde gördüğü varlıkların meydana gelişini, kâinatın oluşumunu, vb. kendince açık­lamak ve bir sonuca varmak ihtiyacı, milletlerin iptidai dönemlerinin bir mec­buriyeti olmuştur. Bu bağlamda çalışma­mızın temel problemi, “Türkler inanç sistemlerini oluştururlarken çevrelerin­de gördükleri, hayatlarında yer eden varlıkları tarif eder, açıklarlarken kuşlara nasıl bir yer ayırmışlar, onlara ne gibi fonksiyonlar yüklemişlerdir; kuşlar Türk inanç sisteminde nasıl bir öneme sahiptir?” gibi sorulara cevap bulmak olacaktır.
“Eski Türklerde totemciliğin mev­cut olduğu ileri sürülmüş, delil olarak da Kurt’un ata tanınması, bu hayvana karşı saygı duyulması başta olmak üzere, 19. yüzyılın ikinci yarısında Orta Asya Türkleri arasında tespit edilen ve totemcilikteki ‘şuringa’yı andıran put-fetişler vb. gösterilmiştir. Reşid’üd-din, Cami’üt-tevarih adlı eserinde (14.asrın ilk çeyreği) 24 Oğuz boyunu sı­ralarken, her dört boy için bir kuşu ‘on- gon’ olarak belirtmektedir. Ancak, bütün bunları eski Türklerde totemcilik inancı­nın mevcut olduğuna dair gerçek deliller kabul etmek müşküldür. Çünkü, totem­cilik sadece bir hayvanı ata tanımaktan ibaret değildir. Bir inanç sistemi olarak onun sosyal ve hukuki cepheleri vardır; ki sistemin yaşaması için bu şartların tamam olması icab eder.”
TÜRK MİTOLOJİSİNDE KUŞ­LAR
Türk Mitolojisinde kuşlar, bir totem olarak yer almazlar. 24 Oğuz boyu sıra­lanırken her dört boy için bir kuşun ongon olarak belirtilmesinde “Moğol tesiri­ni sezmek mümkündür. Çünkü, bir or­man kavmi olan Moğollar, aslında ‘asa­lak’ ekonomiye bağlı, ailede ‘ana huku­ku’nun hâkim olduğu, aynı zamanda ‘to­tem’ telakkisi içinde yaşayan bir toplu­luk idi. ‘ongon’ sözünün kökü ‘ong’ Türk­çe ise de, tabir olarak ‘ongon’ Türkçe de­ğildir ve gerçekten de Moğollardan önce­ki Türk dili vesikalarının hiçbirinde geç­memektedir. Cami’üt-tevarih’te Oğuz boylarının ongonları olarak gösterilen kuşlar da Moğol tesirinden önceki devir­lerde, aynı Oğuz boyları listesini veren Kaşgarlı Mahmut’un eserinde (burada Reşid’üd-din’deki damgalar aynen mevcut olduğu halde) yoktur.” Burada ongon’un totem anlamı değil arma / sembol anlamı geçerlidir. Çünkü gerek Re-şid’üd-din’in eserinde, gerekse Ebulgazi Bahadır Han’ın Secere-i Terakkime’sin­de ongon olarak belirtilen kuşlar, Oğuz boylarının kaynağı, totemi olarak kabul ettikleri varlıklar değil, yalnızca bir ar­ma olarak benimsedikleri kuşlardır. Her boyun, kendisinin tanınmasını sağlaya­cak bir arma / simge olarak bayrağında bulundurduğu kuşu vardır. Bunlardan,
Şunkar : Kayı Boyu
Ügi : Bayat Boyu
Köykenek : Alka Evli Boyu
Göbek Sarı Kuşu : Kara Evli Boyu
Turumtay : Yazır Boyu
Kırgu Kuşu : Yapar Boyu
Kızıl Kaçıgay : Dodurga Boyu
Köçken : Döger Boyu
Cure Laçin : Avşar Boyu
Sarıca : Kızık Boyu
Bahri : Beg Dili Boyu
Su Bürkütü : Karkın Boyu
Ala Toğanak : Becene Boyu
Buğdayık : Çavuldur Boyu
Humay : Çepni Boyu 
Bürküt : Salur Boyu
Encari : Eymür Boyu
Yagılbay : Bügdüz Boyu
Toygun : Yıva Boyu
Cure Doğan : Kınık Boyu
ongonu olarak belirtilmiştir. “Çin kaynaklarına göre içlerinde Türkler de bulunan Kuzeyli göçebelerin bayrakla­rında yırtıcı kuş, ayı, kaplan gibi motif­ler de görülüyordu.” [4] Bir totem olma­sa da bir ‘doğan’ın Kırgızlardan bir kabi­lenin türemesini sağladığına dair efsane vardır. Bu efsaneye göre, “Kırgız kabile­lerinden birinin bir atası ve bu atanın da üç karısı varmış. Bu üç kadından en kü­çüğü gece uyurken bir rüya görmüş. Çadıra bir avcı doğan gelmiş ve yatağının etrafında uçarak dolaşmış. Sonunda na­sıl olmuşsa kadın gebe kalmış. Bu Kırgız kabilesini idare eden reislerin hepsi de bu küçük kadının soyundan gelirlermiş.”
Yaratılış destanlarından Yakutlar’ın “Balıkçıl ve Yaban ördeği Efsanesi”nde, Ana Yaratıcı, bir dünya yaratmaya karar verir ve ana maddesi toprak olacak bu, yaratma olayında kırmızı boyunlu balık­çılla yaban ördeğini denizin dibinden toprak getirmeleri için görevlendirir. Yaban ördeği, denizin dibinden toprakla döner ve Ana Yaratıcı, bu toprakla dün­yayı yaratır. Balıkçıl ise, denizin dibin­den toprak getiremediği için Ana Yaratı­cı tarafından cezalandırılır; yeryüzün­den kovulur ve suda yaşamaya mahkûm edilir. Yakutların bir başka yaratılış des­tanında denizin dibinden toprak çıkar­ma görevi, Tanrı tarafından Şeytan’a verilir. Şeytan, bir kırlangıç olarak denizin dibine dalar ve toprağı çıkarır.
Yenisey yaratılış destanında, uçsuz bucaksız su üzerinde (Tanrı’nın yerine) bir şaman kuğularla, kırmızı boyunlu kutup balıkçıl kuşlarıyla ve daha nice ni­ce su kuşlarıyla uçup durmaktadır. Ar­kadaşları da halkı da hep su kuşlarıdır. Yaratma işinde Tanrı’nın yerini alan şa­man, bu destanda denizin dibinden top­rak çıkarma işini balıkçıla verir. Balık­çıl, ancak üçüncü dalışında bir parça ça­mur çıkarabilir ve şaman bu çamurdan bir ada yaratır.
Yaratılış destanlarında kuşları, de­niz dibinden toprak çıkarma işini gerçekleştiren varlıklar olarak görmekteyiz; yani yaratılışta aktif rol almışlardır. Di­ğer bir özellik de bu varlıkların su ile il­gili oluşları, yani suda yaşayan kuşlar olmalarıdır. Şu Destanı’nda Hakan Şu, “gümüş havuzunu sefere çıksa bile yanı­na alır, konakladıkları yerlerde içine su doldurtur, kazlar ve ördekleri su dolu gümüş havuza salar, onlarla oyalanırdı, eğlenirdi. Kazların ve ördeklerin gümüş havuzda yüzüşlerini seyretmek Hakan’ı dinlendirirdi; dinlenirken seferle, mille­tin geleceği ile ilgili tasanlar hazırlardı.”
Diğer yandan, suda yaşayan bir hayvan olarak kaz da Türk mitolojisinde önemli bir hayvandır. Altay şamanlarının davulları üzerinde kaz ile kartal re­simleri bulunurdu. “Kaz, Türk mitolojisinde çok akıllı ve bilgiç bir kuştur. O, Şamanizm’in kanun ve adetlerini iyi bilir. Kam’a hangi ilahı ziyaret etmesi, hangi yoldan gitmesi ve ilahın huzuruna nasıl çıkılması gerektiğini öğütler. Kaz, Brah­ma’nın olduğu kadar, Kam’ın da binek kuşudur. Kam, önce davulunu at gibi kullanır, sonra “at yoruldu” diyerek atı bırakır, kaza biner. Şimdi davul kaz ol­muştur ve gökyüzünün yüksek katlarına Kam’ı taşır. Kaz, güneşin doğacağını bil­diren elçi kuştur, tan kuşudur. Kozmolo­jide o bir yıldızdır. Yani Tan yıldızı veya Sabah yıldızı veya Zöhre veya Venüs (Sa­bah Venüsü) ki Iran mitolojisinde elinde mandoline, saza benzeyen çalgısıyla bir genç adam gibi tasvir edilir.”
“Kısmen Türk oldukları anlaşılan Chou’larda yabani kaz, yüksek mertebeli kimselerin timsali idi. Kaz ve Korday (kuğu) Türklerde beylik ve kut timsali idi. Bu timsal belki su kuşlarının çok bu­lunduğu Kuzey Asya ikliminde doğmuş­tu. M.Ö. ikinci bin yılda Shang devri kâhinlerinin koyun kürek kemiklerine piktogramlar ile yazdıkları kehanetlere gö­re, yırtıcı kuşlar ve büyük su kuşları gök tanrısının bir şekli sanılıyor ve bunların önüne atılan yılan ve başka kurbanlar gök tanrısına verilmiş sayılıyordu. Granet’nin vardığı neticelere bakarak “sarı kuş” denen ve kulağa benzer tüyleri olan büyük baykuş veya kerges ve çaylak gibi kuşlar, gök tanrısının kendisi veya kızı sayılıp bunların önüne insan kurbanları, bilhassa küçük kız çocukları atılıyordu. Bu kurban merasimleri, ateş unsuru ve şimşek ile yırtıcı kuş ve mefhumlarının zirvede olduğu sanılan yaz tahavvülündeki bayramlarda ve hükümdar cenaze merasimlerinde mezarı takdis için icra edilirdi. Brentjes’in işaret ettiği Chou devri bir eserde pençelerinde bir insan tutan ve başındaki iki tutam tüyü bir çift sivri kulağı andıran kartal-baykuş tasvi­ri, belki insan kurbanı remzi olarak gö­rülmelidir. İç Asya göçebe sanatında ise, daha ziyade geyik veya dağ keçisi cinsin­den hayvanlar kaçıran yırtıcı kuş veya kulağa benzer tüyleri olan kuş görülür.[8]
Başkurt folklorunda “Semrük” iki başlı bir kuş olarak tasvir edilir. “Bir ba­şı kişi başı gibi olup kişi dilince konuşur. ‘Mengü Suyu’nu içmiş, ölmez. Kafdağının tepesinde yaşar. Göllerde bulunan ejderhaları kapıp Kafdağına atar.”
“Gamda (Türkçe “karakuş”) adı ve­rilen kulaklı efsanevi Kerges, Asya ile Avrupa sınırlarında Ananın kültürü dev­rinden beri bilinen “Togrıl”[10] kuşun­dan başka idi ve Avrupa-Asya hudutla­rındaki illere Türkler ile gelmiş gözük­mektedir. Nitekim VIII. yüzyıl Arap kaynakları da Garuda masalından doğduğu anlaşılan ejder yiyici kuş efsanesini Türkler ile ilgili olarak anlatırlar. Göğün zirvesi, güney yönü ve ateş unsuru timsali kuş Türklerde “Kızıl Sağızgan (sak­sağan)” idi. Adından anlaşıldığı üzere “Kızıl Sağızgan” erken Çin’de olduğu gi­bi kargaya yakın bir timsal idi.”
Abakan Tatarları’nın destanı Kartaga Mergan’da Kartaga Mergan, kız kardeşini ararken babasının büyüttüğü bir çift kartala yavrularını doyurmaları için dokuz kısrak yakalayıp verir ve on­ları kız kardeşini aramaları için görev­lendirir. Aynı destanda kahramanın av atı, Yalbagay kuşu şekline girerek uçar. Yine aynı destan da Kartaga Mergan, Kan Tögüs’le vuruşurken, Kan Tögüs,
Yer altındaki yedi kuğu.
Yedi kuğunun güveyisi
Yer Aynası, Yer Kara
Nerde kaldın, yardım et
diye bağı­rır. Yer Aynası, ölmeden önce, yedi kuğu karısı ile onların başı ve kendisinin kay­nanası olan sarı tırnaklı, kurşun gözlü, kendir saçlı Tyekçakay’ı yardıma çağırır. Kuğu karısının canı bedeninde değildir. Yer altında dokuz deniz vardır. Dokuz denizin birleştiği yerde yeryüzüne kadar yükselen bakırdan bir kayalık vardır, bu kayalığın eteğindeki kara bir sandıkta kuğu karısının canı saklıdır. Bu can, ye­di ayrı kuşun canından meydana gelmiş­tir. Kuğunun ölümü, bu canların yok edilmesine bağlıdır.
Kuş, Türklerde Gök Tanrı’nın ida­resindeki bir varlıktır ve kutsaldır. Bundan dolayı da kuş, insan için uğurlu bir canlıdır ve insana iyilik sağlayan bir ya­nı vardır. Diğer yandan kuş, Şamanizm inancı içerisinde ölen birinin ruhu ola­rak değerlendirilir, “ölen kişilerin ruhla­rının bir kuş olarak göğe uçmaları, Türk­lerde oldukça yaygın bir düşüncedir.”
Türklerde kartalın ve doğanın önemli bir yeri vardır. ‘”Yakutlara göre, göğün en üst katında ve göğün yere açı­lan kapısında, yeri göğü bağlayan Dün­ya Ağacı’nın tepesinde çift başlı bir kar­tal otururdu. Göklerin korunması bu kartalın vazifesiydi.”Yine “Yakut Türklerinde and, kartalın adıyla içilir. Evlerinin çevresinde kartal gören Yakut­lar, ona et ziyafeti çekerler. Yanlışlıkla bir kartalı öldürürlerse cenazesini tören­le şamana kaldırtırlar. Asya’da bebeksiz kadınlar, kendilerine yavru bağışlaması için kartala yalvarırlardı.”
Dede Korkut hikâyelerinden Kanglı Kocâoğlu Kan Turalı’da Kan Turalı’yı yi­ğitleri bir kartal olarak tasvir ederler:
“Kapkayalar başında yuva tutan
Kadir ulu Tanrı’ya yakın uçan
Mancınığı ağır taştan vızıldayıp müthiş inen
Arı gölün ördeğini şakıyıp alan
Koca Üveyik dipte yürürken çekip yüzen
Karıncığı aç olsa kalkıp uçan
Cümle kuşlar sultanı kartal kuşu
Kanadıyla saksağana kendisini bağırtır mı?
Alp yiğitler savaş günü hasmından kaygıla­nır mı? 
“Yuvasını yalçın kayalar üzerine ya­pan, çok yükseklerde uçan kartalın aynı zamanda avcı kuşlar türünde bulunması ona bir kutsallık izafesine sebep teşkil etmiş olabilir. Belki de bu sebepten İlk ve Orta çağlardan itibaren çok yaygın görünen (eski Doğu kavimlerinde, İslav devletlerinde, Bizans’ta, Batı devletle­rinde) kartal tasvirinin Türk menşe’den geldiği ileri sürülmüştür.”“V. yüzyıl­da Attila’nın Hun imparatorluğunda kartal, en yüce gök tanrısı sayılıyordu.”
Her Oğuz boyunun ongun/sembol olarak birer doğan türü vardır. Yine Türk soyundan gelen Bulgar Hanları, sembol olarak ellerinde birer doğan tu­tar şekilde tasvir edilmişlerdir. “Peçenek Türklerine ait eserler üzerinde de elle­rinde doğan tutan atlılar görülüyordu. Altınordu Han’ı Toktamış Han, bir do­ğan türü olan kendi kara laçını ile öğünüyordu. Türk devletlerinin savaş sem­bolü olan ucunda at kuyrukları asılı gön­der, tuğ, bir boz doğan ile birlikte gökten düşmüştü. Bunun yorumu ve manası, Tanrı, Türklerin devlet, ikbal ve hâkimiyetleri için buyruğunu bir bozdoğanın güçlü pençeleriyle gönderiyordu. Burada bozdoğan, Tanrı’nın bir elçisi ve resulü gibi idi. Ay ve güneşi pençeleriyle tutan bir doğan Çingiz Han’a hanlığını müjde­lemişti. Görülüyor ki Türk kültür çevre­lerine yakın geleneklerde doğan, yalnız­ca bir av kuşu ve sembol olarak kalmı­yor; Türk devletleri ile Tanrı, arasında gidip gelen kutlu bir elçi gibi görülüyor­du. Yiğit Ak Kübek’in avcı kuşları, ay ve güneşe kadar uzanan dallar üzerinde tü­nüyorlardı.” 
Türk mitolojisinde güçlü doğanlar, alıcı kuşlar ve karakuşlar / kartallar yer alır. Dikkat edilirse Türk mitolojisinde yer alan kuşların hiçbirisi leş yiyen kuş­lardan değildir. Bu durum, Türk kültü­ründe önemli bir özelliktir. Türklerde -kısmen de olsa- totem olarak kabul ede­bileceğimiz kurt’un da leş yiyen bir hay­van olmadığını biliyoruz. Kurt ve kuşlar bu özellikleriyle birleşmektedirler. Türkler asalak, toplayıcı bir hayat tarzı süren insanlar değillerdi. Hayatlarında aktifti­ler. Bu özellikleriyle gerek ongon olarak, gerekse çeşitli inançlar içerisinde yol gösterici, soy türetici, vb. olarak benim­sedikleri hayvanlar da kendileri gibi ta­biatta aktif, hazıra konmayan, başkası­nın artığıyla beslenmeyen canlılardı.
Masallarımızda, hikâyelerimizde, şiirimizde pek çok kuş türüne rastlanır. Şamanizm inancında yansımasını bulan pek çok kuş, şamanların elbiselerinde arma olarak yer aldığı gibi, bayrakta ve­ya hakanın çeşitli tasvirlerinde de yer almıştır. Şamanizm’de kuşların önemli bir yeri vardır. Sözgelimi, ‘Yakut Türkleri göğün direği sayılan sırıklar üzerine ağaçtan yapılmış çift başlı kartallar ko­yarlar ve bu sırıkların üzerine merdiven gibi enlemesine ağaçlar çakarlardı. Bu ağaçların sayısı göğün katlarını simgele­mek üzere 7 ve 9 olurdu. Yine şaman, doğmadan önce kuş biçiminde hayat ağacının dallarında olurdu ya da kuşlar şamana gezisi sırasında eşlik ederlerdi.”
“Her millet kartal veya kuş gibi amblemleri kendine arma olarak alabi­lir. Fakat kartalı kulaklı olarak kabul et­mek ona bir hususiyet vermektir ki bu da bir millet ve bir kültür çevresine ait­tir. Saltık türbesindeki kartal, İskit sa­natının örnek kartallarından biridir. Asıl önemli mesele Çifte minarenin kulaklı çifte kartalıdır. Konya’da, Niğde’de Sun­gur Bey camiinde, Diyarbakır’da sur ka­pıları üzerinde, Kayseri’de Döner Kümbet’te, Divriği Ulu camiinde bu çift kuş veya kartal motifine rastlanmaktadır. Artuk sikkesinde de bu remiz vardır. Altay Türk sanatında da kuş ve kartal mo­tifi büyük bir yer tutar.”
Anadolu sahasında da kuşlar şiir­den el sanatlarına, halıdan kilime, taş ve ağaç işlemeciliğine ve pek çok sahaya motif olarak yayılmıştır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder