6 Aralık 2016 Salı

Sembollerin Gizemi

Sembollerin Gizemi- Tengri Damgalı Hatti Güneşi Oz Damgası, Svastika- Gamalı Haç

                                                     
Dünkü paylaşımım da, Altı köşeli yıldızı (ED TAMGASI) ve dünü-bugününü tartışmış. Nerede-nasıl kullanıldığını anlatmaya çalışmıştım, bulabildiğim kaynaklarla. Şimdi ise bir başka sembol olan ve dünyada genel olarak Hıristiyanlıkla özdeşleşen Haç sembolünü ele alacağım. Bu sembolü Türkler “OZ DAMGASI” olarak adlandırmışlar ve doğrudan Tanrı ile irtibatlandırmışlar. Buna göre; bu damga, ruhun Tanrı’dan dönerek ayrılması, can bulup bedenleşmesini temsil ediyor ve sonra yine bedenden ayrılıp Tanrı ile BİR’leşmeyi temsil ediyor. (aleviliğe uyuyor bu tanım) Ve keza yine Tanrı= IŞIK olarak düşünüldüğünden buradan hareketle Güneş-Ay ile de bir bağlantı kurmuşlar fakat bu güneşe veya ateşe tapma değil tam tersi bu öğelere birer kutsiyet atfederek, Yaratıcı kaynağın gök yüzündeki bir yansıması, hayatın sürdürülebilirliği açısından saygı duymuşlar. Oz Tamgası, çok sık bir şekilde alevilerin mezar taşlarında yer alır. (özellikle eski, köy mezarlarında) Böyle yazınca neyi farkediyorum biliyor musunuz? Haluk Tarcan’ın; “Anadoluya M.Ö. 13 bin yılında geldiğimizin bölgede bulunan mağara yazılarıyla ortaya çıktığını söyledi. Tarcan atalarımız 13 bin yılında geldiğine göre demek ki buzullar nedeniyle göç ettiler. 1071 tarihi Batı tarafından Anadoludaki Türk varlığını yok etmek için icat edilmiştir. En son geliş tarihimizi ilk geliş gibi göstermişlerdir dedi. Anadoluya göçebe değil, göçmen olarak geldik. Geldiğimizde yazıya ve bir kültüre zaten sahiptik diyen Araştırmacı-Yazar Tarcan, Türklerin Anadoluya ve oradan da Avrupaya yaydığı kültürünü şu şekilde anlattı: Sümerler yazıyı 5 bin yılında buldu. Biz 12 binlerde yazı elemanı içeren figürlere sahiptik. İlk okul ve üniversite bu nedenle Öntürklerde görüldü. Anadoluya ışık getirdik. Türkler, Batıya demokrasiyi, seçimi götürdüler.” Evet! Haluk Tarcan’a hak veriyorum! Farkındalık kazanıyorum. Yani birilerinin dediği gibi aslında Türkler, geldiler ve burada diğer halklarla karışmadılar! Efendim zaten Anadolu’da var olanlar da kültür ve inançlarına baktığımızda, dillerine vs Türk! Sümer-Hitit-Luvi. E! o zaman bizi kendi ülkemizde mürteci konumuna sokan, azınlık yapanlar ne yapmaya çalışıyor bir daha düşünsünler! Sözü kısa kesiyor tekrardan uzmanların görüşlerine bırakıyorum;
Atatürk Üniversitesi (AÜ) Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcısı Yrd.Doç. Dr. Tahsin Parlak, Hristiyan inancının simgesi haç ile Nazilerin de kullandığı gamalı haçın Türk kültürünün birer ürünü olduğunu arkeolojik ve etnografik bulgularla ortaya koydu. 
Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı (TÜRKSAV) tarafından 2007 yılı Türk Dünyası Hizmet dölüne layık görülen Parlak’ın, AÜ’nün 50′nci yılı nedeniyle yayınlanan ve 5.5 yıllık bir çalışma sonucu hazırladığı “Tur-An Yolunda Aral’ın Sırları” adlı eserinde Türk kültür tarihi hakkında önemli bulgulara yer veriliyor.
Parlak, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tarihi İpek Yolu’nun bilinenden yüzyıllarca önce Tur-An Yolu olarak kullanıldığını belirterek, “Kıpçak Türkçesine göre hayvanların turlatıldığı yol anlamına gelen Tur-An Yolu ipeğin bulunmasıyla İpek Yolu’na daha sonra Baharat Yolu’na dönüşmüştür. Günümüzde ise bu yol Enerji Yolu olarak adlandırılıyor” dedi.
Kıpçak Türklerinin, tarih boyunca hakim oldukları Tur-An Yolu’nda hayvanlarını pazarladıklarını anlatan Parlak, Türkistan’ın Bayındır bölgesinden başlayan yolun İzmir’in Bayındır ilçesine kadar uzandığını buradan da deniz yoluyla İtalya’ya ulaştığını ifade ederek şunları söyledi:
“Üniversitemizin TİKA ile ortaklaşa yürüttüğü ve 1999 yılında başlattığı Aral Bölgesi El Halıcılığını Geliştirme Projesi kapsamında gittiğim Kazakistan’da Aral bölgesindeki halı ve kilim motiflerini araştırırken, bu motiflerin her birinin damga olduğunu fark ettim.
Bu damgaların binlerce yıl öncesinden kayalara işlendiğini de görünce araştırmamı derinleştirdim. Bu araştırmalarım sonucu insanların son buzul döneminden sonra tekrar yeniden hayata başladığını ve evcilleştirdikleri hayvanları ile büyük tufanla dünyaya dağılan nesillerini ararken Tur-An Yolu’nu kurduklarını saptadım.”
Araştırmalarında halı ve kilimlerde kullanılan Dış Oğuzların Ok damgası ile İç Oğuzların Oğ damgasını kullanıldığını ayrıca ikisinin karışımından olan Oğuz damgasının kullanıldığını tespit ettiğini kaydeden Parlak, şöyle devam etti:
“İç Oğuzların damgasını çadır evlerin kubbelerinde kullanılan motif olduğunu, Dış Oğuzlar’ın ise dünyanın 4 bir yanını turlanıp gittikleri için ok şekli damga kullandıklarını belirledim.
Dış Oğuzlar’ın ayrıca Kıpçaklar olduğunu da belirledim. Kıpçaklar’ın tarih boyunca İpek Yolu’na hakim olduklarını ve gittikleri yerlere bu motifleri götürdüklerini kültürel ve etnografik bulgularla tespit ettim.
Bu motiflerden özellikle Oğ damgası yani çarkı felek olarak adlandırılan damganın, Avrupa’da binlerce yıl sonra gamalı haç olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Dış Oğuz’un yani 3. asırda Hristiyan olan Kıpçakların kullandıkları damganın daha sonra Hristiyanların simgesi olan Haç olarak kullanılmaya başladığını etnografik ve arkeolojik bulgularla ortaya koyduk.”
BEREKET TANRIÇASI
Avrupa’da bereket tanrıçası olarak kabul edilen pars ve kartal karışım hayvan figürünün yüzlerce yıl öncesinde Oğuzların kullandığı Simurg Kuşu olduğunu da iddia eden Parlak, bu kuş figürünün Hunlar’da da kullanıldığına dikkat çekerek, “İpek Yolu’nun her bölgesinde bu figür kullanılmıştır” dedi.
Roma İmparatorluğu’nu kuran tarihteki Tur ve Sakaların birleşimiyle ortaya çıkan Tursaklar veya Ertüskler olarak adlandırılan Türkler olduğunu da ileri süren Parlak, “Simurg kuşu Roma’nın kuruluşuyla birlikte Avrupa’da da görülmeye başlanmıştır. Bu motifi de Avrupa’ya taşıyan Türklerdir” dedi.
Orta Asya’da Turan Denizi ismiyle Tiran Denizi isminin benzerliklerine dikkat çeken Parlak,“Tur-An yani İpek Yolu üzerindeki tespit ettiğimiz etnografik malzemeleri yan yana koyduğumuzda bu yolun sırlarını yazdığım kitapta ortaya koymaya çalıştım” dedi.
MENZİL KİLİSELERİ
Orta Asya’dan başlayan Avrupa’ya uzanan hatta Amerika yerlilerine götüren yolun sırlarını kitabında ortaya koymaya çalıştığını ifade eden Parlak, Aral Gölü’nün kuruyan bölümlerinde ortaya çıkan Kelderi kümbetleri ve arkeolojik kalıntıların benzerlerinin Anadolu’da bulunmasının bir tesadüf olmadığını söyledi.
Parlak, yaptığımız çalışmada Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da bulanan kiliselerin de Kıpçak Türklerinin menzil kiliseleri olduğunu ortaya çıkardıklarını belirtip “Kıpçaklar 1570′li yıllarda mektupla Müslüman olduktan sonra menzil kiliseleri yerini menzil külliyelerine bırakıyor” dedi.
“Bu bulgular bazı çevreleri rahatsız edecektir”
Orta Asya’daki kaya resimleriyle Alpler’deki kaya resimlerin benzerliğinin nedeninin Tur-An Yolu olduğuna işaret eden Parlak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Oğuzların damgası Azerbaycan’da ortaya çıkarılan Tunç devrinden kalma kap kaçaklarda, Erzurum’un Oltu ilçesindeki koç heykellerinde de ortaya çıkıyor.
Oğuzların Ok damgası Ahmet Yesevi Türbesi’nde, binlerce yıldır dokunan halı ve kilim motiflerinde görülürken Avrupa’da ise haç olarak karşımıza çıkıyor. Simurg Kuşu Erzurum’daki Hahulu Kilisesi’nde İshak Paşa Sarayı’nda görülürken Avrupa’da bereket tanrıçası olarak yine karşımıza çıkıyor.
Bunlar tesadüf değildir. Bu bulgular bazı çevreleri rahatsız edecektir, ama gerçekler bilimsel olarak ortadadır. Hatta bu konuları üniversitemiz öğretim elemanlarından Doç.Dr. Cengiz Alyılmaz’ın çalışmalarında da teferruatlı olarak görmemiz mümkündür.”
“Batı hep çoban millet olarak tanıttı”
Batı toplumlarının Türkleri çoban bir millet olarak tanıttığını, ancak bunun gerçekle ilgisi olmadığını kaydeden Parlak, Osmanlı’daki 3 hilalli bayrağın Türklerin 3 kültürün mensubu olduğunu gösterdiğini kaydederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Türkler 3 kültürün mensubudur. Birincisi (Ak Kır) yani göçebe ve yarı göçebe hayatı, ikincisi (Ak Yol) ise Turan Yolu’nu, sonuncusu (Ak Kurgan) ise şehir hayatını içine alıyor. Türkler ve Orta Asya kültür ve medeniyetinin beşiğidir. Batı maalesef bu 3 kültürden sadece göçebe olanı ön plana çıkarıyor. Oysa biz gemici bir milletiz.
Selçuklu Devleti’nin kurucusu Selçuk Bey bir salcı çocuğuydu. Turlar çok iyi
salcıydı. Osmanlı’yı kuran Kayı boyunun salcılık özelliği biliniyor. Bunların ışığında Piri Reis’in dünya haritasını nasıl çizdiğini anlayabiliriz.
Orta Asya’daki kaya resimler derinlemesine araştırılıp incelenirse Türk milletinin binlerce yıl önce Bering Boğazı’nı nasıl aştığını daha rahat görebiliriz. Bu konuda yapılan çalışmaları artırmalıyız. Türk kültürü, Avrupa’yı hatta tüm dünyayı etkilemiştir.”
Parlak, yazdığı kitabın Azeri Türkçesine de çevrilerek yayımlandığını kaydetti.
KIPÇAKLAR:
Tengri Damgalı Hatti Güneşi ♥
Türkler, Han-Tengri’nin sembolü olarak, dört kolu eşit uzunlukta (eşkenar) haç seçtiler ve buna “aci” adını verdiler. Belirtmek gerekir ki, eskiden Türk kültürü haça âşinâ idi; “eğik” haç da cehennemin ve eski yer-altı tanrılarının sembolüydü.
Önceleri, haçın yapılışı basitti; sonra gerçek bir sanat eseri oldu; bunları kuyumcular yaptılar: Rûhu parlatması ve güldürmesi için, haçın üzerini altınla kapladılar, değerli taşlarla süslediler.
Eğik haçlar, Altay’da yaklaşık üç-dört bin yıl önce ortaya çıktılar. Ancak, kesin olarak söylenirse, bunlar yine de haç değillerdi. Onları haç olarak, Tengri’ye inanç hakkında bilgi sâhibi olan Avrupalılar adlandırdılar.
Haç, yâni iki çizginin kesişmesi. Tengri sembolünde hiçbir kesişme yoktur; burada başka bir mânâ vardır. Burada güneşin yuvarlaklığı tasvir edilmiştir ki, ondan dört ışın dağılıyor. İşte Tengri böyle sembolize edildi.
Güneşin ışınları!.. Daha doğrusu, aynı merkezden gelen ilâhî nîmetlerin ışıkları. Onlar, ebedî olarak Türk rûhî-mânevî kültürünü işâret eden Semâvî tabiatın sembolleridir. Sonsuz Mâvi Gök’e inanan bir millette, başka türlüsü olamazdı.
Bâzan Tengri’nin sembolüne hilâli de eklediler. Bu ise, tamâmen başka bir mânâya geliyor, zamânı (bu dünyâyı) ve sonsuzluğu (öteki dünyâyı) hatırlatmaya hizmet ediyordu. Zîrâ eski Türkler, zamânı, ayın ve güneşin birliği olarak anlıyorlardı. (Onların on iki yıl esaslı takvimleri de buradan geliyor.)
Tengri’nin sembolünü savaş sancaklarının üzerine işlediler. Onu zincirlere takarak göğüslerde taşıdılar. Alına dövme yaptırdılar. Sanatkârlar, onu bezeklere ve motiflere işlediler… Başka türlü nasıl olsun ki? Millî gelenekler, işte buradan geliyor.
…..
Her yerde Türklerin mânevî/rûhî kültüründe Tengri’nin eşkenar (dört kolu aynı uzunlukta) haçı vardı. Ona Şark’ta “vadjra” dediler…
Han Erke, inançların yayılmaları için güç kullanmaktan kaçınmadı. Şark kavimlerinin anılarında kalan hâdiseler… Büyük hâdiseler. Tengri’-nin haçları, o zamânın “Kuşan” hanlığı döneminin Türk şehirlerinin ve mâbetlerinin yıkıntıları, arkeologların gözlerinden kaçmadı, bunlar biliniyor.
Güneşli geyik de Tengri’nin bir işâreti idi; demek oluyor ki, Türk rûhî/mânevî kültürünün bir alâmet-i fârikası. O, Türklerde haçların ortaya çıkmalarından çok önceye işaret etmektedir.
….
Ermeniler, o sırada, haçın kurtarıcı gücüne henüz inanmıyorlardı; pagan idiler. Ama, buna karşılık, herkes, altında Kıpçakların savaştıkları haçlı bayrakları çok iyi hatırlıyordu. Hayret içerisinde kalmışlardı. Grigoriy, gök yüzünde tıpatıp böyle bir haç görmüştü! İlâhî bir işâret.
Onlar, “Türklere Gök Tanrı’ları yardım ediyor” diye düşündüler.
Hristiyanlar haçın gücünü bilmedikleri gibi, istavroz çıkarmayı da bilmiyorlardı. Bunu da Kıpçaklardan aldılar.
Ermenistan, Avrupa’daki ilk kilisenin, kendisindeki yeni Hristiyan kilisesi olduğunu iddiâ etti. Bu, 301 yılında olmuştu. Orada Tengri’yi ve onun haçını kabûl ettiler. Ermeniler, Türklerin âyin törenini benimsediler. (Hristiyanların kendi törenleri bile yoktu; onlar Yahûdî dîninin sinagoglarındaki kâidelere göre duâ ediyorlardı.)
………………………………………………………………………………………………………………………….
Hemen buraya bir not düşeyim. Yani bir Kıpçak videosu ekleyeyim; http://www.youtube.com/watch?v=K8m8iRYiwUo Bu bir savaş sahnesi. Ayrıca bir başka not; Bir ara Ermeniler ve Gregoryan Kıpçaklar hakkında yazmak istiyorum. Kaynak bulabilirsem. Bunu gerçekten istiyorum. 
…………………………………………………………………………………………………………………………..
TENGRİ SİMGESİ
Buraya kadar anlattıklarıma görsel destekler vererek devam etmek istiyorum. Zira tüm dünyada dağınık olarak bulunan ve her kültürün kendi anlayışı içinde yansıttığı ortak simgeleri bir bütün olarak bir arada görebilmek hem önemlidir hem de inandırıcıdır. Zaten bilimin de amacı farklı gibi sanılan olayları, olguları ve oluşumları
inceleyip tümel bir bakış sunabilmektir. Bu bakımdan size burada anlattıklarımı sadece sözel değil, aynı zamanda görsel görüntülerle destekleyince yaklaşımım daha tutarlı ve bilimsel olmaktadır.
İlk şekilde Hitit kültüründeki Tengri damgasını sundum. İlk anda çarpıcı ve şaşırtıcı gibi görünen bu yaklaşım ilginizi çekip ilerdeki açılımları beklemenizi sağlamak içindi. Şimdi artık 7. yazıda bu açılımlara girebiliriz. Hitit güneşinin kendisi Tengri simgesi olduğu gibi, 3 adet küçük boy Tengri damgası da Hitit kralını, kraliçesini ve baş rahibi simgeliyorlar. Onların da kutsal özelliklere sahip olduklarını belirtiyorlar.
Hitit inancında Tengri damgası o kadar önemli bir yer tutuyor ki duvarlara bu damgaların farklı görüntülerini defalarca çizmişlerdir.
                             Hitit Tengri Damgaları 
  Yandaki şekilde Anadolu Çatalhöyük bölgesinde bulunan bir Hitit tapınak duvarındaki Tengri damgaları görülüyor. İlk yazıda Amerika halklarının ürettikleri Tengri simgelerinden örnekler sundum. Hem kuzey Amerika halkları, hem de orta ve Güney Amerika halklarında Tengri simgelerini bulmak mümkündür. Maya kültüründe daire içindeki artı (+) işareti hem dört yönü hem de yönetici kutsal kişiyi simgeler. Böylece 
“dört yöne hakim olan yönetici” kavramı ortaya çıkar.
  Tengriden Türeyenler
Dördüncü yazımızın şeklinde Tengri damgasından T harfinin ortaya çıkışını ve Tengri’deki T harfi ile Teo’daki T harfinin ortak bir kök damgadan (kavramdan) türediğini görmekteyiz. Ayrıca Orhon abecesindeki T1 harfi ile kalın seslilerle birleşerek bir anlamlı hece oluşturan işaret olduğundan söz ettim. Böylece Ön-Türklerin neden at ile bütünleştiklerini ve neden bu hayvanla birlikte mezara girdiklerini daha iyi anlayabilmekteyiz.
Ayrıca, T1 işaretinin bir kare üzerinde veya bir daire üzerinde duran bir ok olması tesadüf değildir. Bununla anlatılmak istenen at üzerine binmiş yönetici kişi. Ok ile yönetici ve altındaki yuvarlak ile at simgeleniyor. Zira, eskiden Türklerin inandığı bir atasözü vardı: 
“Atı olmayanın adı da olamaz.” Yani, yönetici at sahibi olduğuna göre aynı zamanda adı ve sanı vardır. Burada “sanı” olmak saygın olmak anlamını taşır. Japonların saygın kişilere “san” dediklerini hatırlatırım.
  Tengri ile Ateş ilişkisi
  Yukarıdaki şekilde Tengri damgasından türeyen diğer simgeleri görüyoruz. Ortadaki artı işareti hem Hıristiyan dininde hem de Budist dininde kutsal sayılmıştır. Şeklin sağ üst köşesinde görülen şekil mutluluk ve refah işareti olarak bilinir. Eğer dönüş yönü tam tersine doğru olursa, Nazilerin gamalı haçı olur ki, mutsuzluk ve kıtlık getirir. Bu bakımdan dönüş yönünün saat ibrelerinin ters yönünde olması önemlidir.
Aynı şeklin sağ alt köşesinde OT yazdım. Çünkü hem O harfi hem de T harfi Tenri damgasından türemiştir. Üstelik bu iki harfin yan yana gelişi bir kök sözcük oluşturmaktadır. OT, Ön-Türkçe 
“ateş” demektir. Odun, sözü de “ateşe ait” anlamını taşır. Zamanla yanan küçük bitkilere ot denmiştir. Bu sadece bir anlam kaymasıdır. Böylece Tengri kavramının /ateş, güneş/ kavramları ile ilişkisi de ortaya çıkmış oluyor.
  Dünyadan Tengri Örnekleri
Şekilde dünyadan çeşitli Tengri örneklerini görmekteyiz. Budist gelenekte Tengri simgelerine Mandala denmiştir. Sol üst köşede görülen mağara resminde insan ve elinde kalkana benzer bir Tengri damgası görülüyor. Bu mağara resminin, kesin bir tarih olmasa da, yaklaşık 6,000 yıl önce, M.Ö. 4,000 yıllarında çizildiği tahmin ediliyor.
Sağda görülen Çin damgası da çok eskidir. M.Ö. 2,000 civarı olabilir. Dairesel bir güneş ve ortasındaki ok-yay tutan savaşçı Tengri’nin yer yüzündeki elçisi olarak düşünülmüş olabilir.
Sol alt köşedeki resim bir Tibet mandalasıdır. Küçük renkli taşlardan yapılmış olan bu Tengri simgesi mutluluk ve barış için oluşturulmuştur
Sağ alt köşedeki pişmiş topraktan yapılmış çömlek üzerindeki şekiller de aynı kavramı simgeliyorlar. Spiraller güneşi veya yıldızları, artı işareti ise kollarını iki yana açmış insanı simgeliyor. Böylece güneşe tapan veya gökteki yıldızlara bakan insan kavramı ortaya çıkmış oluyor. Bu çömlek yukarı Nil (bugünkü Sudan) bölgesinde bulunmuştur.
Görüyoruz ki, kadim kültürlerde sanat asla süs olarak algılanmamış ve dekor olarak görülmemiştir. Bugün sanat eseri olarak tanımladığımız örnekler aslında dini öğeler taşıyan mistik simgelerdi. İnsanlar sanat için sanat yapmıyorlardı,“inanç dünyalarını simgeleştirmek için” sanat yapıyorlardı. Yani, toplum için sanat yapıyorlardı. 
YAZI KAYNAK; http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/kadim/k7.htm Bu sayfanın devamı var, bir kaç bölüm devam ediyor. İlgilenen olursa siteye uğrayıp baksın derim. Çünkü bir biriyle bağlantılı!
HALUK TARCAN ANLATIMIYLA; 
  • Ön-Türkçe tersine (L) harfı ÖG damgasıdır, anlamı felsefi- yüksek düşünce yani Tanrıya erişmek için gerekli düşünce demektir
  • Ön-atalarımız adet ÖG damgasını uçlarından bir haç şekli oluşturacak  şekilde birleştirmişlerdir.. 4 sayısı, Dört cihan demektir ki, bu şekil 4 cihanda Tanrıya erişme düşüncesine sahip olma demektir.
  • HAÇ diye görülen şekil ise, Ön-Türkçede, OQ damasıdır Günahsız olmayı ifade eder. İ.S.4’ncü yılda Vatikan tarafından kabul edilmiştir.
  • Aslında meydan gelen şekil HAÇ değil, UÇ damgasıdır, El işlerinde bu şekil  genelde 5 kollu olarak geçer ve adı yanar/ döner’dir. Çünkü şekil , dönme hissi  verir. Bu UÇ damgası Ruh’un dönerek Tanrıya erişmesini ifade eder.
  • Bu ön-Türkçe damgayı Kandıra hazinesindeki 123 parça Sikke üzerinde buluruz (prof.M.Tekin , Bizans  Sikkeleri, Yapı Kredi bankası) Araştırmacılarımız bu damganın “yeldeğirmeni” diye değerlendirmişlerdir.
  • İstanbul Arkeoloji müzesinde Bizans sikkesi denen ve 1numara ile kayıtlı olan sikke gene bu damgayı taşır(Prof. A.Alpay, İst. Archeo. Mus. A Turizm, 1995)
  • İ.Ö. 500 tarihi verilen bu sikkeler bu tarihte, İstanbul’da  Bizanslıların değil , Ön-Atalarımızın bulunduklarını gösterir.
  • Bu sikkelerin öteki yüzünde Ön-Türkçe OY-ÖGÜY ; yani düşünme yeteneği yazılıdır (K.Mirşan)
  • UÇ damgası şeklinde düzenlenmiş olan bu ÖG damgaları, Kilim, Hallarımızda mevcutturlar. Antalya Yat limanında bir evin tahta penceresi bu UÇ damgasıyla r.bir sanat şaheseri olarak süslenmiştir.( eğer ,hâlâ duruyorsa?)
Bizans Sikkesi üzerinde ÖG Tamgası ve “Düşünme Yeteneği” yazan ÖnTürkçe bir cümle. (Kazım Mirşan)
Sn. Haluk TARCAN
Dipçe:
Kişiler Tengri katında, Kozmoz da, renksiz, kokusuz, hareketsiz ve şekilsiz olarak  uyu usuq (uyuşuk) halde bulunurlar. Kişi Tengri’nin buyruğu ile OZ laşıp (Mana dan Maddeye geçip, şekil değiştirerek – Metamorfoz) AT ılıp UÇ arak (döne döne) yeryüzüne iner. VAR olur, CAN olur, KİŞİ olur. (CANlanır) Ön Türkler de > OK Kişisi olur ON Kişisi olur.  Öldüğünde ise kişi tekrar “OZ” laşarak, “AT” ılır, “UÇ” ar ve ” Tengri” ye geri döner.
OZ (sözde svastika ve gamalı haç) Tamgası’nın tarih öncesinden MU kökenli ve MU alametlerinden biri olduğuna, dünyaya da buradan yayıldığına dair bir düşünce de mevcuttur.
Kaşgar Türk Kilimi
Moğolistan Kubilay Han Heykeli
Grek Miğferi diye adlandırılan ve Yunanistandaki bir müzede bulunan miğfer
Roma’da bir mozaik
Günümüz Kamları
Camii ve Klise
Japon Samuray Giysisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder