4 Aralık 2016 Pazar

Anadolu…Latin kökenli bir sözcük değildir!


Anadolu…Latin kökenli bir sözcük değildir!
‘Anadolu’ sözcüğünün kökeni konusunda önce bir söylenceye kulak verelim:
Yurdumuzun adı olan ‘Anadolu’ köken olarak Latinceden gelir öngörüsüne dini bir sunu gibi araştırma gereği görmeden alıp kabullenmişiz. Gerçekten öylemi, sorusu üstünde yoğunlaşan yazı okuduğumu sanmıyorum. Aşağıdaki bilgi ve kaynaklar eşliğinde bu gecikmiş soru üstünde yoğunlaşalım istedim.
Dedemin mezarını arıyorum:
Burdur sınırları içinde kalan Sağalassus’ta kazı yapılmaktadır. Kazı alanının üst tarafından geçmekte olan bir köylü, amcaoğlunun mermer bir mezar içinde elinde kürekle çalıştığını görünce takılmadan edemez, “Emmioğlu köyün mezarlığı dar mı geldi, yoksa define mi arıyorsun?” der. Mezar içindeki emmioğlu bu sataşmaya karşılıksız bırakmaz, “Baban, dedenin mezarını Çanakkale’de bulamamış. Ben de dedemin dedesinin dedesini burada aramaya karar verdim. Hele kefeninin cebinde çil çil altınlar bulayım, sana zırnık koklatmam…” diye yanıt verince,diğer işçiler sesli bir şekilde güler.Kazı başkanı, Prof. Dr. Marc Weelkens, olup biteni anlamak ister. Sonra da “dedemi arıyorum” cümleciğine takılır kalır. “Olabilir mi?” sorusu üstünde yoğunlaşır.
Kazı sonunda bu işçinin saç teli ile mezardan çıkan saç tellerinin örneklerini inceletmek üzere Belçika’ya götürür. Sonuç: İşçinin saç teliyle, mezardan çıkan saçın DNA yapısı şaşılacak kadar benzer olduğu ortaya çıkar. İşçi,dedesine ait en küçük bir bulguya rastlamaz ama dedesinin dedesine ait bilgileri gün ışığına çıkarmıştır.
Türkler Anadolu’yu Türkleştirdi ama kendileri de Anadolulaştı.
Benliğimizde değişik kültürleri Anadolu’da eritirken, kendimizin de bu potada eridiğinin hiç ayrımında değildik. Bir karış toprak için gözümüzü kırpmadan can alıp can vermişiz, ama İstiklal Marşımızın adındaki “istiklal” sözcüğü bile Arapça, neden ‘özgürlük’ marşı diyen olmamış. Ben ilkokuldayken ‘Tahrir’ dersimiz vardı, öğretmenin eli öpülesi Muzaffer İzgü olduğunu düşünürseniz, benim gibi köylü çocuğunun çektiğini sıkıntıyı anlıyor olmalısınız. Ortaokula gittiğimde ders programında tahrir dersinin olmayışı beni sevindirmişti ama bu dersin adının değiştiğini, yeni adının ‘kompozisyon’ olduğunu çok geçmeden öğrendim. ‘Tahrir’ ve kompozisyon’ sözcüklerinin hiç birisi Türkçe değil, yok muydu bunun anadilimde karşılığı? Allah’ı ile Arapça, kendi arasında Türkçe, mahkemesinde ne olduğu belirsiz dil konuşan bizim gibi kaç ülke vardır ?
“Anadolu” sözcüğü üstünde kafa yoranın olmayışı hiç de şaşılası bir iş olmalı. Düşünmeden, araştırmadan “Latince” deyip çıkmışız işin içinden. Bu iş bu kadar basite alınacak bir konu olmamalıydı. Bu sözcüğün kökeni ölü dillerinden biri mi, yoksa gerçekten Latin kökenli miydi, sorusu üstünde yoğunlaşmadan, Hititler döneminde yirmi civarında değişik dil kullanıldığını us katmanlarımızda küflü bir mıh gibi öncelikle tutulması gerek. Konu üstünde yoğunlaştıkça geçmişe mini bir yolculuk yapmaktan gayrı çaremiz yok.
a- İlk kırılma noktası –bence-: ‘Ama’ sözcüğü.
Türkçemizdeki ‘ana’ kelimesi Sümerlerdeki ‘ama’ karşılığı olduğu düşünülürse, bence ilk kırılma noktasını saptamış oluruz. Bu dönemde, ne Roma İmparatorluğu ne de Latince kuluçka döneminde bile değildi. Hititler, kendilerini ‘doğudan gelen/doğulu’ anlamında ‘Assuvalı’ derken; Mısırlılar, Anadolu’ya ‘Assyos’ diyorlardı. Homeros’a göre, ‘asya’, Efesliler-Lidyalılardan öte bir anlam içermiyordu. Kibele’nin değişik bölgelerde değişik adlar ve yontularıyla yüzlercesi üretildiğini biliyoruz. Anadolu’daki en görkemli yontularından biri (Allah), şimdiki Kabe’ye götürülüp yerleştirilince, daha o dönemde Anadolu’da (Kibele’ye) yakaran insanın yüzü Arabistan’a doğru çevrilmişti. Kibele, Efes’te Artemis adını alıyor ve bölgeye göre isim evrimine ayak uyduruyor. (Havva, Lat, İsis, Rea, Venüs, Diana, Êva, Evâ, Ava, Seher Yıldızı, Zühre, Altın Kase…….adlarıyla anılan hep aynı kadın tanrıçadır.) Bu tanrıçanın 40 tane perisi vardır. Bunlardan ilk yirmisine ‘Asyalılar’ diğer yarısına ise ‘Okyanuslar’ denilirdi.
Görüldüğü gibi Anadolu’nun adı, hangi pencereden bakılırsa bakılsın, Ana Tanrıça, Kibele’ye ilintili, ama kesin kes ‘Asya’ bağlantılıdır. Sonuç: ‘Anadolu’ sözcüğünün yüzü Latin Avrupa’ya değil, Asya’ya, Asyalılığa dönük olduğu ortaya çıkmıyor mu?.
Yine o günlerde “Avropa” ( ‘Avrupa’ diyecek değilim herhalde!) denildiğinde, akla gelen bölge ile, bugünkü Avropa’nın çok az bir bağlantısı vardı; ‘ Avropa’ Apollan’a adanan Mora ve Ege adaları içerikli bir bölgenin adından ibaretti. Dünya hayali çizgilerle beş dilime ayrılarak, beş kıtanın oluşturulması, Ahmet Arif’in diliyle daha dünkü çocuk. Karadeniz bölgesinden Anadolu’nun (özellikle Ege’de) fırtınalar estiren, erkekleri hiçe sayan Amazon kadınlarından sonra, Anadolu kadınının gücünü keşfeden bir başka imparator çıkıyor karşımıza; İskender...( ‘İskender’ kelimesi Grekçe olmayıp, kökeni 22 ölü Anadolu dillerinden biridir, ama hangisi?) Çanakkale’den Anadolu’ya giren İskender, Ege kıyılarından aşağıya doğru yakıp yıkarak iniyor ve Milet’i talan ediyor; genç kızlar ve kadınlar hariç…
Miletli kadın, ya da kızlarla evlenecek olan askerlerini paraya boğacağını vaat edince, bir gecede Milet körfezinde beş yüzden fazla düğün kurulduğunu biliyoruz. Bu bir nüfus patlaması ve ırklar karışımı değil midir?
b-İkinci kırılma noktası: ‘Asu’
Babil ve Asurlular bu sözcüğü ‘güneşin doğduğu yer- doğu’ anlamında kullandıklarının altını bir kez daha çizelim. ‘Asu’ kelimesi : ‘asi, asude, asudelik’ gibi bugün bile dilimizde kullanıldığı düşünülürse, ‘asu’ ile dil bağımızın devam ettiği anlaşılır.
c-Üçüncü kırılma noktası: Tevrat
Zaman kitaplı dinlere doğru akmaktadır, ilk kutsal kitap olan Tevrat’ta Yafet (Hz. Nuh’un üçüncü oğlu) ‘Asya’ adlı bir tanrıça ile evleniyor, Asya, Kibele’nin diğer adından başkası değildir. Görüldüğü gibi Kibele bağlantılı Asya ve Asyalılık gündemden hiç düşmüyor.
Rum ve Rumi kargaşasına gelince:
Öncelikli ‘Rum’ söylemi kesinlikle Türklere ait bir keşif değildir. Arapların, Anadolu için kullandıkları bir kelimeden ibaretti. Anadolulu Türkler, bu söylemi kendilerinden olmayan kişileri tanımlamak için kullanırlardı. Roma ikiye bölününce, Anadolu’da kalan Doğu Roma’ya doğal olarak ‘Tema Anatolika’ dendi. Aynı dönemde, Anadolu’da yaşayan Türkler, ‘Tema Anatolika’ karşılığı olarak ‘Diyar-ı Rum’, yani; ‘Rum Diyarı’ söylemini türedi. Rumi: Rum diyarından gelen, ÖZ BE ÖZ ANADOLU insanından öte bir şey değildir. Bu ayrımı bilmeyen bir kişi ‘Arz-ı Rum’ kökenli diye ‘Erzurum’ ya da Erzurumluların ‘Rum kökenli’ olduğunu söylemesi hiç şaşılası bir cahillik sayılmamalıdır.
Mevlâna Celaleddin Rumî, ‘doğulu, Rum bölgesinden gelen’ demekti. Rumeli daha sonraları Osmanlının bugünkü Avrupa sınırları içinde kalan toprakları için kullanılıyordu. Ayrıca, ‘Anadolu’ Osmanlı döneminde sadece merkezi Amasya olan Sivas- Kastamonu arasını kapsayan bir eyaletin adından ibaretti. Düşünebiliyor musunuz, daha düne kadar Avrupalılar bize ‘Türkler’ derken, biz kendimize ‘Osmanlı’ demişiz. Ne acı değil mi? Bir şairinin dediği gibi : “ O balıklar ki denizdedir/Denizi bilmezler”
d-Dördüncü kırılma noktası: ‘Anaıoî’
Altıncı yüzyıla kadar Roma İmparatorluğu’nun ana dili Latincedir. Şimdiki Avrupa dillerinin adı bile yoktu. Günümüz kaynaklarında ‘Anadolu’nun Eski Grekçe/Latince kökenli bir kelimeden geldiği yazılı, aynı kökenli olan birkaç sözcük saymak olası. Bu kaynak kelimeleri bir şemsiye altında toplamaya kalktığımızda, en eski köken kelime olarak karşımıza ‘Anaioî’, daha sonra ‘Tema Anatolika’ çıkar.
Bu sözcükler doğrultusun:“Doğu, doğuda kalan, güneşin doğduğu yer” anlamına geldiği kesin. (Yani ‘Asu’ ile ‘Anaıoî’ sözcükleri etimolojik olarak akraba değilse bile aynı anlamlı olmalıdır. Aynı anlama gelen ‘asu’ sözcüğü Babil ve Asurlular döneminde de kullanıldığını ve Roma İmparatorluğunun parçalanmasına kadar, bu iki eski kültür arasında ciddi bir zaman boşluğu olduğunu biliyoruz.
Ekinsel (kültürel) gerçekler:
a- İlk vejetaryen olarak bilinen ‘Apaollon’ adı ilk kez Hititlerde ( Tuvana) ‘Apollnius’ olarak geçtiği de kesinleşti ve Hititçe ile Helence uzaktan akraba bile değillerdi. Bugün ‘Apollon’ denilince akla ilk gelen kültürün Grekçe ya da Helence olması niye/neden/hangi mantıkla kabullenildi?
b- ‘İon’ adı da kesinlikle Grekçe değil, İonlular da Helen. Ölü bir Anadolu dilindeki ‘İyavon’ daha sonraki dönemlerde ‘ion’ kelimesine dönüştü. Persler, Anadolu üstünden Atina’yı kuşatmaya giderlerken, ilk kez İonlarla karşılaştılar ve onlara ‘Yauna’ daha sonra ‘ Yunanistan’ diye adlandırdılar. Yani, Perslere göre, ‘Yunanistan’ İon Şehirlerinden ibaretti. Yunanistan’ın adı bile öz be öz Gerekçe, (eski Latincede ‘dolandırıcı, düzenbaz’ anlamlı olduğundan kendilerine Helenler denilsin isterler) ya da Helence olmadığı,Anadolu dillerinden birine ait olduğunu ısrarlı bir şekilde söylenmelidir..
c-Helence/Eski Grekçe Helenistan’dan Anadolu’ya geçmiştir tezi komik kalıyor, Anadolu’dan Yunanistan’a geçti tezi gerçek olarak kabullenilmelidir.
d-Bu dönemde Helenlerce yapılan karı-koca yontuları incelendiğinde, erkek (Kral/ya da tanrı) kadının solundadır. Sağında olamazdı, çünkü, anaerkil bir dönemdi yaşanan. Bir başka söylemle, erkek, kadını sağına almış olsaydı, koruması altına almış olurdu ki bu mümkün değildi.
Kadın yontularında, ya da kaya resimlerinde ileriki asırlarda kadın erkeğin sağına geçecektir ki bu kadının erkek yönetimi altına itildiğinin bir göstergesidir.Daha düne kadar, bize bu özelliği ‘Yunan harikası’ diye yutturmadılar mı bize?
Hattuşaş kazıları, bu ve benzeri tezleri her gün biraz daha rafa kaldırıyor. Çünkü bu özellik, (Yunan harikası) Hititlerde aynen göründüğü ortaya çıktı. Kim, kimden ne aldığı artık tartışılmayıp, Grek kültürünün Anadolu’dan aşırıldığı kabul edilmelidir.
e-Yunan mimari sanatı incelendiğinde Hititlerden daha çok, Urartu sanatının bir kopyası olduğunu mimariden anlamayan kişiler bile görebilir. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, kullandıkları alfabenin Fenike alfabesine sesli harfler ilave edilerek elde ettikleri de ortaya çıktı. Yani alfabeleri de bir kopya…
f- ‘ışık, doğu, güneş’ çağrışımlı ‘Likya’ kelimesi ‘Lyk’ kökenlidir. Bugün Latin dillerinin pek çoğunda ortak kelime olarak kullanılmakta olan ‘lux’ kelimesinin atasıdır. Yazının keşfi Anadolu’da gerçekleşti ve Batı Anadolu’da yaygınlaştı. Homeros’tan 200 yıl sonra Anadolu’dan Helenistan’a göçen ‘Hesiod’ sayesinde Helenler, İon lehçesiyle kendi dillerini yazmaya başladılar.
f-Batı Anadolu’da ilk kez belli bir şehir planı ile şehirler- Prien - Söke/Aydın-kurulurken Atina’daki evlerde tuvalet bile yoktu. Zaten bu yüzden ilk veba salgını Atina’da başladı ,karşı kıyıdaki Prien şehri bu salgın hastalık sonucu yok olduğunu biliniyor.
Bu bilgiler ışığında denebilir ki:
I-Homeros’un isim babalığını yaptığı Olimposlu mitolojik tanrılarını yeri ve yabancı tarih yazıcıları Yunan kültürüne mal ettiler. Araştırmalar gösteriyor ki, Zeus’un babası bile Karyalı, yani Egeli…
Kayralıların ana dili kesinlikle eski Grekçe olmadığına göre, mitolojik tanrılar ne oldu da Yunanistan’a mal edildi, diye sormazlar mı adama?
2- ‘İlyada’ ciddi şekilde okunduğunda, savaş karşıtı ‘Hektor’ ölünce mezarının üstüne içi su dolu bir bardak = sağrak (küçük testi) bırakılıyor. Bu gelenek Anadolu’nun her köşesinde hâlâ var. Ayrıca, Divan-ı Lugat-ı Türk’te (bart + ak = Sıvı ölçü birimi) şeklinde geçiyor. Giresun İlimiz içindeki ‘Sağrak Gölü’ adının nereden geldiğini tartışmaya gerek var mı? Aynı sözcük ‘zavrak’ olarak (Erzurum) ‘bakır kazan,’ Anadolu’nun değişik bölgelerinde ‘bardak’ olarak kullanılıyor oluşu, İlyada’nın bir Grek masalı mı, yoksa bir Anadolu efsanesi mi sorusuna net yanıt değil mi?
Durum böyleyken Anadolu insanının Yunan ve Avrupa hayranlığı cahillikten başka nedir ki? Roma İmparatorluğunun Anadolu’da ayak izleri bile yokken, İlyada’da : “ Gök gözlü Athena” betimlemesi geçiyor. Çocukluğumda renkli gözlü çocuklara büyükler sinirlenince “gök gözlü ….adın batsın!” şeklinde çıkışıldığını çok duymuşumdur. Bu yaşlıların betimlemesi tesadüf mü,yoksa belli bir dil bağının devamı olarak mı algılanmalıdır?
3-Anadolu için kullanılan‘ Assuva, Assyos, Asya, Küçük Asya (Minor Asia), özellikle ‘asu’ kelimelerini etimolojik olarak hangi dil uzmanı Latincedir diyerek, işin içinden sıyrılabilir?
4-Sümerlerdeki Ama = Ana, Ada = Ata, ağar = Ağır, Beyi r= Bayır, Asşa = Aşağı, Name = Bu ne?, Qaş = kaç, Qın = kız, tamqa = Damga, Uş = Üç……gibi benzerlikleri - o günlerde alfabesi bile olmayan- Latin dillerine mi dayandıracağız?
5-‘Mart’ kelimesinin Latincedeki savaş tanrısı ‘Mars’ kelimesinden geldiğini biliyoruz. Aynı zamanda savaş tanrısıdır da…Bu kelime Grekçede ‘Ares’ olarak geçtiğini de biliyoruz. Bu sözcüğü bize yıllarca ‘Grekçe’ diye yutturmadılar mı?
6-Ölü dillerden Luviceye en yakın dil olan, Hititçede, Yazılıkaya yazıtlarında ve/va/wa ‘su, pınar su kaynağı’ anlamında kullanıldığı artık tartışmıyoruz. ‘Water’ Latin dillerinin pek çoğunda aynı anlamda ortak kelime. Görülüyor ki, Latincede kaçınılmaz şekilde Anadolu dillerinden kelime almıştır ki çok da doğaldır tabi. Durum böyleyken ,‘water’ sözcüğünü Latincedir diyen biri kendi cahilliğini onaylamıyor mu?
Anadolu söylencelerini Greklere bağışlayanlar, bugün mitolojinin ana karakteri olan Zeus’un babası, Rheioî Kronos’un Karyalı (Muğla-Milas-Karacasu-Tavas) ve Kayralıların ana dili kesinlikle Grekçe olmadığını bir bilseler!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder