18 Eylül 2016 Pazar

KARAÇAY-MALKAR TÜRKLERİ

Kafkaslar'da İki Kardeş Özerk Cumhuriyet


3500 yıllık tarihleriyle Kafkaslar’ın en eski halklarından olan Karaçay-Malkar Türkleri, yüzyıllar boyu yaşadıkları katliam ve asimilasyon hareketlerine rağmen Müslüman kimliklerini bugüne kadar korumayı başardılar.
Kafkasya coğrafi olarak, Karadeniz sahilinden başlayarakHazar Denizi'ne kadar uzanan yüksek sıradağların adıdır. Ancak araştırmacılar Kafkasya olarak Kafkas sıradağlarının üzerinde ve kuzeyinde yer alan toprakları kabul ederler. Bu topraklarda Abhazlar, Adigeler, Kabartaylar, Çerkezler, Osetler, Çeçen-İnguşlar ve Dağıstanlılar yaşamaktadırlar. Karaçay-Malkar Türkleri de Kafkaslar'da yüzlerce yıldır yaşayan Türk topluluklarından biridir.
Karaçay-Malkar bölgesi sadece Kafkaslar’ın değil, dünyanın en yüksek ve sarp dağlarına sahip bölgelerinden biridir. Karaçay-Malkarlılar, Kafkasya ile ilgilenenlerin dışında çok az kimsenin adını duyduğu Kafkaslar’ın sarp ve derin vadilerindeki köylerde yaşayan küçük bir Türk topluluğudur. Tarih boyunca kendilerine Tavlu (dağlı) ismini alan Karaçay-Malkarlılar, Sovyetler Birliği döneminde ikiye ayrılmışlardır. Karaçaylılar, Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyeti’ne bağlanmıştır. Bugün iki ayrı halkmış gibi görünseler de, gerçekte aynı dil, tarih ve kültürü paylaşan tek bir halktırlar. Karaçay-Malkar bölgesinden yükselen Elbruz Dağı bu iki kardeş halkı birbirinden ayırır. Elbruz Dağı’nın doğusundaki dağlık arazi Malkar bölgesini oluştururken, batısındaki dağlık arazi Karaçay olarak anılır.

Dil
Karaçay-Malkarlılar Dağıstan’da yaşayan Kumuklarla birlikte Kafkasya’nın Türk kökenli halklarını oluştururlar. Her iki halk da bugün Türk dilinin Kıpçak lehçesine giren dillerde konuşurlar. Ancak Karaçay-Malkar dili Türkçe’nin tarihi özelliklerini daha çok korumaktadır.

Karaçay-Malkar Türkleri’nin Tarihi
Tarihi geçmişi çok eski devirlere dayanan bir bölgede yaşayan Karaçay-Malkarlılar yüzyıllar boyunca Kafkasya’yı hakimiyeti altında tutan atlı göçebe Türk kavminin torunlarıdır. Günümüzden 3500 yıl önce kuzey bozkırlarından gelerek Kafkaslar’a giren Türk kökenli Kimmerler, Karaçay-Malkar Türkleri’nin atalarıdır. Çeşitli kavimlerin istila hareketlerinden korunmak için, dağlarda kendilerini dış dünyadan tecrit eden Karaçay-Malkar Türkleri, 3500 yıl boyunca Türklüklerini muhafaza etmişlerdir. 1828 yılına kadar Rus idaresine tabi olmayan Karaçay-Malkar Türkleri, sayısız ayaklanma ile Ruslara karşı çıktılar.
1864 yılında Rusya’nın hakimiyeti ile birlikte, Kafkasya'da büyük bir göç yaşandı. Rusların Kafkasya’yı işgali sonunda, 1880'li yıllardan itibarenzaman zaman Karaçay-Malkar halkının bir bölümü diğer Kafkas kabileleri ile birlikte Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı. Bugün bugöçmenlerin torunlarından yaklaşık 25.000 Karaçay-Malkarlı Türkiye’de, 2000 civarında Karaçay-Malkarlı ise Suriye’de, bir kısmı da ABD'de yaşamaktadır.

Özgürlük Mücadelesi ve Sürgünler
1917 Bolşevik İhtilali sonrasında bütün Kafkasya'da ve bu arada Karaçay-Malkar'da da çok kısa bir süre bağımsızlık heyecanı yaşandı. Fakat bu heyecan Ruslar tarafından kanla bastırıldı. 1920'deKaraçay-Malkar bölgesi "Sovyet" sistemine dahil oldu. Ağustos 1942'de Alman ordusu Karaçay Özerk Vilayeti’ne girdi ve bölgeyi beş ay kadar elinde tuttu. Karaçay-Malkarlılar da 1943 yılı sonlarına kadar Sovyetler’e karşı bağımsızlık mücadelelerini sürdürdüler. Bu arada Kafkaslar'da Ruslara karşı çıkarılan pek çok ayaklanmaya önderlik ettiler. Bu mücadeleler sırasında nüfuslarının büyük bir bölümünü kaybettiler.
Bölge, Ocak 1943'te Almanlardan kurtarıldı. 2 Kasım 1943 ve 8 Mart 1944'te güya Alman ordusuyla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Karaçay-Malkar nüfusunun tamamı yurtlarından çıkarılarak topyekün bir sürgüne ve soykırıma maruz kaldılar. Bu sürgün sırasında da toplam nüfuslarının yarısını kaybettiler.
Orta Asya ve Sibirya’daki sürgün yerlerinde 14 yıl kalan Karaçay-Malkar halkı, 1957 yılında itibarları iade edilince Kafkasya’daki eski yurtlarına geri döndüler. Kafkasya’ya geri dönen Karaçay-Malkarlılar, burada Kabardey, Besleney, Abaza ve Nogay halklarıyla birlikte Karaçay-Çerkes Özerk Bölgesi idaresi altına alındı. Malkarlılar ise Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti idaresi altına alındılar.

SSCB’nin Çöküşü ile Özerklik 
Kazandılar
17. yüzyılda bölgeye yapılan Nogay Göçü ve Kırım Tatarları'nın gerçekleştirdiği temaslar Karaçayların İslam'ı tanımalarına yardımcı olmuştur. Ancak başka bir rivayete göre, Karaçay-Malkarlıların İslam’ı kabul etmelerinde 18. yüzyılda yaşamış İshak Efendi isminde Kabartaylı bir hocanın etkisi olmuştur. Karaçay-Malkarlılar Sünni (hanefi)dirler ve Kuzey Kafkasya Din İşleri'ne bağlıdırlar. Sürgün edilmelerinden sonra kapatılan camiler bugün hızla açılmakta ve sayıları her geçen gün artmaktadır.

Kuzey Kafkasyalıların uğradıkları zulüm sadece Kafkasya ile sınırlı kalmamış, Almanlarla beraber Avrupa’ya geçen ve oraya yerleşen Kafkasyalılar da acımasızca katledilmişlerdir. Bu hadise tarihe "DRAU FACİASI" olarak geçmiştir.

Drau Faciası
1944 yılının sonlarına doğru Rusya'dan kaçan Kuzey Kafkasyalılar, Kuzey İtalya`nın Paluzza Bölgesi’ndeki İtalyan dağ köylerine yerleştirilirler. Savaşın bitmesinden birkaç gün önce de Avusturya`ya, Carinhia`nın Ober Drauburg bölgesine sürülerek, burada Drau nehri vadisine yerleştirilirler. Bu bölge daha sonra İngiliz işgal sahasına dahil edilir ve bu olay Kafkasya’dakiMüslüman Türk halk için çileli günlerin başlangıcı olur.
Ruslar, kaçan Kuzey Kafkasyalıların iadesini istemişlerdir. Bu mülteci iadesi isteğini uzun süre görüşen İngiliz ve Amerikalı devlet adamları nihayet cevap verirler. Soydaşlarının yaşadığı, dost ve kardeş Türkiye`ye ulaşabileceklerini ümit eden on bin insanın Ruslara verilmesi kararlaştırılır. Londra`dan gelen 28 Mayıs 1945 tarihli cevap şöyledir: "Mülteciler Sovyet otoritelerine teslim edilecektir!.."
Kuzey Kafkasyalı mülteciler hakkında verilen bu insanlık dışı kararın uygulanması için, İngiliz tankları, bu insanları Dellah bölgesine sürerler. Burada "yurtlarına dönmeleri gerektiği ve bunun için kendilerine yardımcı olunacağı (!)" resmen tebliğ edilir. Herkes bunun ya ölüm ya da Stalin'in acımasız kamplarında mahkumiyet olacağını bilmektedir.
Nitekim teslim edilenler hemen orada kurşuna dizilirler. Mültecilerin Ruslara teslimiyetlerini takip eden birkaç gün içinde, Drau Nehri korkunç olaylara sahne olmuştur.
Bu korkunç dramın şahitlerinden çiftçi Martin Nagale gördüklerini şöyle anlatıyordu:
"... Çok korkunçtu. Kadınlar teslim edilmemeleri için yalvarırken, her yeri gözyaşları ile yıkıyorlardı...."
Mültecilerin iade edilişini temsilen, Irschen Köyü'nde İslam Cemiyeti'nin gayretleri ile 1960 yılında bir anıt dikildi. Bu mütevazi anıtın üzerinde Almanca olarak şunlar yazılıdır: "Burada 1945 yılının 28 Mayısı'nda 7000 Kuzey Kafkasyalı, kadınları ve çocuklarıyla Sovyet otoritelerine teslim edildiler ve İslamiyet’e olan sadakatları ile Kafkasya'nın istiklali ideali yolunda can verdiler."

Perspektif
Anadolu'nun Kapılarını Açan Zafer
Türklerin Anadolu topraklarına adım atışının 930. yılı 26 Ağustos’ta tüm Türk dünyasında coşkuyla kutlandı. Selçuklu Hükümdarı Alparslan’ın büyük zaferi aslında dünya tarihinde de bir dönüm noktası olmuştur. İslam coğrafyasının her köşesinde Türk-İslam ordularının zaferi için hutbelerin okunduğu Malazgirt Meydan Muharebesi, Alparslan’ın şu tarihi konuşmasıyla başlamıştır.
“Kumandanlarım, askerlerim! Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olursa olsunlar, daha fazla bekleyemeyiz. Bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua ettiği şu saatlerde kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım, ya şehit olur cennete girerim. Bir er gibi savaşa gireceğim. Üzerimde sultanlık belirtisi hiçbir şey yoktur. Şehid olursam, üzerimdeki şu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman rûhum göklere çıkacaktır."
Atından indikten sonra secdeye kapandıktan sonra ellerini göğe doğru açarak:
"Ya Rabbi! Seni kendime vekil ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve Senin uğrunda savaşıyorum. Ey Allah’ım, niyetim halistir, bana yardım et” diye dua eder.”
Halife de bu meydan muharebesi için bütün camilerde okunmak üzere her tarafa gönderdiği hutbesinde:
“Allah'ım, Müslümanlığın bayraklarını yükselt ve hayatlarını sana kulluk uğrunda esirgemeyen mücahitlerini yalnız bırakma; Alparslan’ı düşmanlarına muzaffer kıl ve askerlerini meleklerin ile teyid eyle! Zira o senin rızanı kazanmak için varını, canını ve her şeyini fedadan sakınmıyor. O senin yolunda ve senin dininin üstünlüğü için nasıl cihad ediyorsa, sen de onu öylece koru ve düşmanlarını kahret!” duasını yazmıştı.
Malazgirt Zaferi, sonuçları itibarıyla hem Türk tarihi, hem de dünya tarihi bakımından çok büyük bir önem taşımaktadır. Anadolu kapılarını Türk Milleti’ne açan Malazgirt Zaferi, dünya tarihinin en önemli olaylarından biridir. Bu zafer, hem Türk devletlerini düşman tehlikesinden kurtarmış, hem de Anadolu topraklarının Türk ülkesi olmasını sağlamıştır. Bu zafer sonrasında Müslümanlar üzerindeki Bizans baskısı sona ermiştir.
Zaferden sonra Anadolu’da irili ufaklı birçok Türk Devleti kurulmuş, Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar uzanan Türkiye tarihi başlamıştır. Bu zaferle, Türklerin İslâm dünyasındaki prestiji ve liderliği daha da güçlenmiştir. Malazgirt Zaferi, Avrupa’da da derin izler bırakmıştır.
Türklerin Anadolu’ya ayak basışı Bizans boyunduruğu altında inleyen azınlıklar için de bir kurtuluş olmuştur. 1071 yılında Malazgirt Savaşı’nda Ermenilerin Bizans’a karşı Türklerin yanında yer alması, savaşa katılan Ermenilerin savaş alanını terk ederek Bizans ordusunu zor durumda bırakması savaşın kazanılmasında önemli rol oynamıştır. Selçuklu Sultanı Melikşah’ın vefatının ardından Ermeni Patriği Basile’nin yazmış olduğu şu satırlar Anadolu Ermenilerinin Müslüman Türklere bakış açısını en güzel şekilde ortaya koymaktadır:
“Her tarafta barış ve hâkimane bir devlet kurdu. Bütün hükümdarlardan daha akıllı ve kudretli idi. Bildiklerimizin hepsinden daha adil olduğundan kimseye keder vermedi. Yüksek fikirleri, adil ahlâkı ve şefkati ile kendisini herkese sevdirdi. Böylece harp ve şiddetle değil, gönülleri kazanmak suretiyle hiçbir hükümdarın elde edemediği memleketlere sahip oldu. Eğer ömrü vefa etse idi, çok süratle artan kudreti dolayısıyla, Avrupa’yı da milletinin hudutları içerisine alacaktı.”
Anadolu’da Bizans hâkimiyetinin sarsıntıya uğraması Rumları da huzursuz etmişti. Siyasi ve dini baskıların yanı sıra ekonomik bozukluk baş gösterince Rumlar da Ermeniler gibi bölgeye adalet ve barış getiren Türk yönetimine sıcaklık duymaya başlamışlardı:
“Türklerin pek geniş olan dini müsamahaları ve Müslüman, Hıristiyan farkı gözetmeden tatbik ettikleri adilâne hükümet sistemi de Bizans tiranlarından bıkmış olan Ermeni ve Rum ahalisi için Türk hâkimiyetini tercih sebeplerindendi.”
Malazgirt Meydan Muharebesi, Türk Milleti’nin güçlüklerin üstesinden iman kuvvetiyle nasıl geldiğinin en açık göstergesidir. Atatürk’ün söylediği gibi, “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”
Başka bir deyişle, asıl önemli olan başarılarını ve hatalarını değerlendirerek ecdada sahip çıkıp tanımak, bugünü ve geleceği planlayıp yönlendirmektir. Malazgirt Meydan Muharebesi de bu açıdan yeni nesile anlatılması ve unutulmasına izin verilmemesi gereken çok önemli bir tarihi zaferdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder