Türklerin ve Çinlilerin 3000 yıllık savaşı
Çin-Türk savaşının tarihsel zemini
Son günlerde Doğu Türkistan’da Çinlilerin Uygur Türklerini katletmesiyle ilgili olarak, bu savaşın 1949’da Çin’in Doğu Türkistan’ı işgal ederek yeni sömürge anlamında Sinciang adını vermesiyle başladığı ileri sürülmektedir.
Oysa bu tarihi incelediğimiz zaman görüyoruz ki bu tarih 3000 yıllık bir süreci kapsamaktadır. Bu 3000 yıllık sürecin olgularını çözümlediğimizde karşımıza bozkır ve dağ bölgesindeki Türk ve Moğol etnisiyle güneyde Yangçe Nehri vadisinde yerleşen Çin etnisi arasındaki savaşın tarihi görülmektedir.
Bu tarih ise bugün Kuzey Çin olarak tanımlanan Pekin’in, Doğu Türkistan’ın, İç Moğolistan’ın ve Mançurya’nın yer aldığı bölgede geçen bir savaş tarihidir. Çin’i coğrafi olarak resmettiğimizde bu 3000 yıllık bozkır halklarıyla vadi Çin halkı arasındaki savaşı daha iyi anlayabiliriz.
Çin batıdan Tibet yükseltisiyle sınırlanmaktadır. Güneyde ise Hindçini alanıyla sınırlıdır. Çin coğrafyası, Yangçe Nehri dediğimiz bugünkü Güney Çin alanında Yangçe düzlüğündeki bir coğrafyada ortaya çıkmıştır.
Kuzeyde ise Sarı Irmak diye tanımlanan, günümüzde Kuzey Çin olarak belirtilen ve Çin Seddi’nin de bulunduğu bu bölge; kuzeydeki bozkır halklarıyla güneyli Çin halkını oluşturduğu ileri sürülen vadi halkları arasındaki savaş alanıdır.
Bu anlamla bakıldığında Doğu Türkistan’ı da alan ve Tibet’in kuzeyinden başlayıp Kore’ye kadar uzanan Kuzey Çin bölgesi sanıldığı gibi Çin coğrafyası değildir.
3000 yıllık sürecin olgularını çözümlediğimizde karşımıza bozkır ve dağ bölgesindeki Türk ve Moğol etnisiyle güneyde Yangçe Nehri vadisinde yerleşen Çin etnisi arasındaki savaşın tarihi görülmektedir.
Son günlerde Doğu Türkistan’da Çinlilerin Uygur Türklerini katletmesiyle ilgili olarak, bu savaşın 1949’da Çin’in Doğu Türkistan’ı işgal ederek yeni sömürge anlamında Sinciang adını vermesiyle başladığı ileri sürülmektedir.
Oysa bu tarihi incelediğimiz zaman görüyoruz ki bu tarih 3000 yıllık bir süreci kapsamaktadır. Bu 3000 yıllık sürecin olgularını çözümlediğimizde karşımıza bozkır ve dağ bölgesindeki Türk ve Moğol etnisiyle güneyde Yangçe Nehri vadisinde yerleşen Çin etnisi arasındaki savaşın tarihi görülmektedir.
Çin’i coğrafi olarak resmettiğimizde bu 3000 yıllık
bozkır halklarıyla vadi Çin halkı arasındaki savaşı
daha iyi anlayabiliriz.
Çin’in gerçek tarihi
Çin tarihinin en erken dönemlerinden günümüze değin bir analiz yaptığımızda karşımıza bugüne kadar bilinenden çok farklı bir resim çıkmaktadır. Eberhart’ın Türk Tarih Kurumu’yla yaptığı Çin belgeleri üzerindeki tarih çalışması Çin tarihi için en somut verilerden birini oluşturmaktadır.
Diğer taraftan Gumilev’in Hunlar ve Eski Türkler isimli çalışmaları da Çin tarihinin ana kaynaklarını oluşturmaktadır. Bu ana kaynakları okuduğumuzda Çin’in Güney Çin bölgesindeki Yangçe havzası halkının sürekli kuzeye, Sarı Irmak vadisi bölgesine doğru yayıldığını görmekteyiz. Bu bölgedeki Çin istilasına karşı duran halklar ise Türkler, Moğollar ve Tunguzlar olarak tanımlanan bozkır kuzey halklarıdır.
Çin’in MÖ 1. binyıldaki ilk hanedanı olan Şang hanedanı köken olarak Türk ve Moğol kökenli bir hanedandır.
Bunu takip eden dönemde MÖ 1. binyılın ikinci yarısındaki Çi’ler Chou Hanedanı’dır. Chou hanedanının Çi halkıdır. Hanedan halkının ana kitlesi Kuzey Çin’deki Türkler ve Moğollardır.
Bu boyutuyla bakıldığı zaman karşımıza Çin tarihinin çarpıtılmış bir formatını görmekteyiz. Bu format da bugünkü resmi Çin açıklamalarıyla yapılan ve dünya tarafından da tartışmasız kabul edilen bir açıklama sürecidir.
Mao Zedung’un Çin Devrimi üzerine yazdığı broşürün birinci cildini Mao kendisi yazmamış; buradaki bilim dışı spekülasyonlara katılmamıştır. Çin Komünist Partisi bürokratlarına yazdırdığı Çin’deki Milliyetler adlı makale okunduğu zaman orada vurgulanan şudur:
Çin milleti esas olarak Han milletidir. Han milleti dışında diğer milliyetler olarak da Tibet milliyeti, Uygur milliyeti ve İç Moğolistan gibi milliyetler sayılmaktadır.
Bu anlamda olaya baktığımızda sanki karşımızda Çin homojen bir etnik toplulukmuş ve bu topluluk içinde çok küçük, %1-2’lerle ifade edilen, diğer milliyetler varmış söylemi durmaktadır.
Hanedanlar, Han Çinlileri ve Türkler
Bu söylem içinde karşımıza Han Çinlileri gibi bir kavram çıkarılmaktadır. Han Çinlileri dediğimiz kavram Hunların kuzeydeki Sarı Irmak ve Tarım Havzası’nı fethettikleri dönemde güneyde yani Yangçe havzasında Han Hanedanı’nda bir Çin kimliği olarak ortaya çıkmıştır.
Yazının başında da vurguladığım gibi Han hanedanı öncesi Çin’de hanedan olan Chou’lar ve bunların halkı Çi’ler esas olarak Türk ve Moğol halklarından oluşmaktadır. Keza bundan daha evvelki döneme gittiğimiz zaman Şang Hanedanı da aynı şekilde kuzey kökenli Türk ve Moğol halkından oluşmaktadır. O halde ilk defa Yangçe Irmağı çevresinde ırmak tarımı yapan halk Han Hanedanı olarak kendini toparlamış ve bu Hunların Kuzey Çin’i bütünüyle fethettikleri dönemde Han Hanedanı Yangçe ile Sarı ırmağın güney kesiminde yer almıştır.
MÖ 200’lü yıllarla MS 200’lü yıllar arasında gelişen bu sürece baktıktan sonra Çin’de Han Hanedanı tamamen dağılmış ve Çin bütünüyle parçalanmıştır. Bu süreçte M.S. 200’de başlayan Çin’in parçalanması 600’e kadar devam etmiştir ve bu dönemde kuzeyde bugünkü Tarım Havzası ve Pekin de dahil olmak üzere Sarı Irmak havzası üzerinde Tağbaç dediğimiz, Çinlilerin Topa dediği, Wei Hanedanı hüküm sürmüştür.
Tağbaçlar tümüyle Türklerden oluşmuş bir hanedandır. Ve bu hanedan döneminde Çin’in kuzey bölgesi bütünüyle Türkleşmiştir. Güney bölgesinde ise Çinlilik dağılmıştır. Çıkan isyanlarda Han Hanedanı ve Han ulusu fiziki olarak da yok olmuştur.
O yıllarda var olan 60 milyona yakın Han nüfusunun % 70’i bu ayaklanmalarda kırılmış geriye 6 milyonluk bir nüfus kalmıştır. Tağbaçların egemen olduğu bu dönemde artık Kuzey Çin denilen bölge tümüyle Türklerin egemenliğindeki bir bölgedir ve güney bölgede de Çin Hanedanı tamamen dağılmıştır.
Bunu takip eden dönemde ise 6. yüzyıllarda Göktürkler bugünkü Türkistan ve Moğolistan bölgesinde Hunların dağılmasıyla ortaya çıkan durumu yeniden değiştirmiştir. Göktürkler burada Türk etnojenezini oluşturarak bu bölgede yaşayan Hun sonrası topluluklar olan Uygurlar, Kırgızlar, Karluklar ve Basmılları yeniden Türk kimliğinde, Türk imparatorluğunda birleştirmiştir.
Bu dönemde Güney Çin’de Tang Hanedanı dediğimiz bir hanedan kurulmuştur. Tang Hanedanı 6. yüzyılda ortaya çıkmış ve 8. ve 9. yüzyıla kadar iktidarda kalmıştır. Tanglar döneminde Çinliler bugünkü Türkistan’a ve Doğu Türkistan’a doğru bir kuşak boyunca ilerlemiş ve Kuzey Çin’deki egemenliklerini kurmuşlardır.
Tang Hanedanı sonrasında ise Göktürk Devleti’nin yıkılmasıyla bugünkü Tarım Havzası’nın etrafında Uygurlar iktidara gelmiştir. Uygurların egemenliğinden sonra Moğol hanedanı olan eski Sienpilerin torunları olan Kıtaylar bugünkü Sarı Irmak vadisi boyunca Çin’de iktidara gelmiş ve bunların batıya doğru devamı ise Batı Türkistan’da Karakıtaylar olarak gelmiştir.
Yani Uygurlar sonrası yine iktidara gelen etnik grup Çinliler olmamış Tang Hanedanı’nın kuzeyinde yer alan ve Tang Hanedanı’nı güneye sıkıştıran Kıtaylar veya Kitanlar egemen olmuştur.
Bunların Uygurlarla beraber devam eden kesimi ise Karahıtaylar dediğimiz iktidarı kurmuştur. Karahıtaylar bütünüyle Türkleşmiş bir hanedandır ve daha sonra Altınordu’daki birçok kabile Kıtaylardan gelmiştir.
İşte bu dönemde yeni bir olgu olarak Tang Hanedanı’nın dağılması sonrası Song Hanedanı ortaya çıkmıştır. Songlar döneminde güneyde Songlar yer alırken, bunların kuzeyinde Kıtaylar yer almaktadır. Keza bu Song Hanedanı Kıtaylara karşı ittifak olarak Gürcen dediğimiz Tunguz kökenli Kore’nin kuzeyindeki halkla bağlantıları kurarak; Gürcenleri Kıtaylar üzerine yönlendirmiştir. Kıtay Hanedanı, bir başka isim olanak Leo Hanedanı olarak anılmaktadır ve Batı Leo da Karakıtaylara verilen isimdir.
Mançurya’dan ve kuzeyden gelen Gürcenler, Moğolların dediği şekliye Curcenler, burada Karakıtayların ve Kıtayların egemen olduğu Kuzey Çin bölgesini fethetmişler ve Altınhanlar ismini almışlardır. 13. yüzyılda iktidarda bulunan Altınhanlar döneminde Songlar, Güney Çin’de Yangçe’ye hapsedilmiş bir durumda kalmışlardır.
Cengiz Han ve Türk akını
Bu dönemde Cengiz Han Moğolları bütün Türk kabilelerini birleştirerek İran, Avrupa ve Rusya’ya doğru büyük bir akına çıkarmıştır. Bu akını yöneten halklar Tatarlardır. Ağırlıklı olarak Tatarlardan oluştuğu için tüm bu Türk topluluklarının oluşturduğu orda Tatarlar olarak adlandırılmıştır. Anadolu’da ve İran’da İlhanlılar, Rusya’da Altınordu ve Batı Türkistan’da Çağataylar olmuşlardır.
Çin’de ise Kubilay Han Çin’i fethetmiş ve Çin’i fethettiği süreçte herkesin sandığının tersi Cengiz’in Moğolları ve Tatarlarından önce Doğu Türkistan ve Batı Türkistan’daki Karakıtaylar iktidar olmuştur. Bu süreçte Uygur Türkleri Cengiz ordasında yer alarak onun en önemli kültürel kimliklerini sürdürmüştür.
Cengiz, 1200’lü yılların başlarında Çin Seddi’ni de aşarak Karakıtaylar’ın egemen olduğu Kuzey Çin bölgesini fethetmiştir. Fakat bu dönemde artık Kıtaylar değil Gürcenlerin Kim Hanedanı egemendir. Yani Çin’le yapılan savaşta Cengiz Han’ın orduları Çin’le değil bu bölgede egemen olan batıda Karakıtaylar, doğuda ise Kimler olmuştur.
Daha sonra Hülagü döneminde Güney Çin de fethedilmiştir. Bu dönemde Kubilay Hanedanı, Yuan Hanedanı ismini almıştır. Yuan Hanedanı döneminde Çin, Tatarların Avrupadan Çin’e kadar olan egemenliği sayesinde, Pax-Mongolica (Moğol Barışı) denilen dönemde en büyük gelişimini göstermiştir.
Bu dönemdeki Yuan Hanedanı esas olarak Moğollardan oluşmuş bir hanedandır ve karşımızda yine Çinli bir etnojenez sözkonusu değildir.
Dünya sistemindeki gerileme sonrası Çin’e egemen olan Moğollar’ın deniz sisteminden ayrılmalarıyla gerileme başlamış ve Moğollar bu bölgeden çekilerek tekrar Moğolistan’a döndüğünde, Çin’de Ming Hanedanı öne çıkmıştır.
Songları takip eden Ming Hanedanı Çin kökenli bir hanedandır. Mingler bu bölgede 15. ve 16. yüzyıllara kadar iktidarda kalmıştır. Ama tekrardan kuzeydeki Gürcenlerin torunu olan ve bugün Mançular olarak tanımlanan iktidar Çin’i tekrar fethetmiş ve egemenliğini oluşturmuştur. Bu, 1912’de Japonların Çin’i ve Mançurya’yı fethetmesiyle Çin İmparatorluğu’nun yıkılması dönemine denk düşmektedir.
Türkler Çin’i yönetiyor
Burada Han iktidarını ve Hanları mutlaklaştırarak Çin’in mutlak bir Han ulusu olduğu iddiasının ne kadar köksüz olduğunu görüyoruz. Çin’in hanedanlarına baktığımız zaman Çin’in gerçek Çinli olan hanedanları olan Hanlar, Yangçe’de sınırlı kalmış, öte yandan Hunlar Kuzey Çin’i yönetmiştir.
Hunların Sienpiler tarafından yıkılmasıyla Han Hanedanı Kuzey Çin denilen bölgeye ve Doğu Türkistan’a doğru ilerlemiştir. Hun gerilemesini takip eden bu dönemde Güney Çin’den Hanlar kuzey bölgesini istila etmişlerdir.
Daha sonra ise Türk kökenli Tağbaçlar kuzeyden gelerek Doğu Türkistan, Türkistan ve Kuzey Çin denilen bölgeleri fethederek burada Tağbaç iktidarını oluşturmuştur. Çin’in Han bölgesi bütünüyle parçalanmış ve bu parçalanma sonucu Han dönemi ve vadi iktidarlarını oluşturan topluluklar 3-4 parçaya bölünmüştür. Han ulusu da fiziki olarak tarihten silinmiştir.
Tağbaçlar dönemini takip eden dönemde önce Güney Çin’de Sui Hanedanı dediğimiz bir hanedanlık ortaya çıkarken, Tağbaçlar esas Pekin’i kontrol etmektedir. Yani Çinliler güneyde marjinal bir konumdayken Türkler Çin’i kontrol etmektedirler.
Daha sonraki dönemde Tağbaçların kuzeyden gelen Juan Juanlar tarafından yenilmesiyle Güney Çin’de Tang Hanedanı ortaya çıkmıştır. Tanglarla Hanlar arasında dört yüz yıllık etnojenezin durduğu ve Çinliliğin bölgeden silindiği bir süreç yaşanmıştır.
Tanglar Yangçe vadisindeki tarımcı Çinli toplukları yeniden biçimlendirmiş ve Göktürklerin kuzey bölgedeki egemenliklerinin dağılması sonucu bu bölgeye doğru ilerlemiştir. Tangların bu ilerleme sürecinde Arap ordularına Batı Türkistan’da yenilmeleri sonucu Müslümanlığın bölgeye girmesiyle Çinliler bu bölgeden tekrar silinmiştir.
Bunu takip eden dönemde Kuzey Çin dediğimiz bölgeye 6. ve 9. yüzyılda Uygurlar egemen olmuş, daha sonra Kıtaylar hanedan olarak egemen olmuşlardır.
Kıtay Hanedanı da Türkleşmiş bir Moğol hanedanıdır. Ama bu dönemde Çin’de Tangların yerine Güney Çin’de Song Hanedanı ortaya çıkmıştır. Song Hanedanı’nı sonlandıran Hülagü’nün Moğolları olmuştur. Ama Kıtay ve Karakıtayların Çin’in kuzey bölgesindeki iktidarını bütünüyle yıkan yine kuzeyden gelen bir topluluk olan Gürcenler olmuştur. Bunlar Çin hanedanıdır.
Aynı şekilde 13. yüzyılda yine kuzeydeki hanedanı tarihten silen yine kuzeyden gelen Cengiz ve Kubilay Moğolları olmuştur. Bu dönem sonrası Song Hanedanı da sonlandırılarak karşımıza yine bütün Çin’i kaplayan Yuan Hanedanı dediğimiz bir Moğol hanedanı çıkmıştır. Bunu takip eden dönemde, Mingler yine bu bölgede egemen olduktan sonra, Çin’e kuzeyden gelen Mançular 300 yıl egemen olmuştur. Japonlar Çin’deki iktidarı yıktığı zaman iktidar olan hanedan bu Mançu hanedanıdır.
Bu boyutuyla görüldüğü gibi Çindeki hanedanlardan Çinli sayılabilecekler sadece Han (M.Ö.200 - 100’ler), Tang (600-900 arasında) ve Song (1200’lü yılarda) Hanedanlıklarıdır. Bunun dışındaki tüm hanedanlar Mançu Hanedanı, Yuan Hanedanı, Kim Hanedanı, Kıtay Hanedanı, Tağbaç Hanedanı ve onun öncesi Chou Hanedanı’ndan Çi’ler gibi hanedanlar Kuzey Çin’deki Türk, Tatar, Tunguz ve Moğollardan oluşmuş hanedanlardır.
Diğer taraftan batıdaki Tibet daha az etkilenmiş bir bölge olarak Tanglar tarafından yönetilmiş; Turfan ve Tarım Havzası’na da Uygurlarla beraber yerleşmiştir.
Bu haliyle tarihe baktığımız zaman Mao Zedung “Han Hanedanı Çin’in ana ulusudur” dediği zaman, Han Hanedanı’nın tarihten kaybolduğunu görüyoruz. Diğer taraftan ise devede kulak misali küçük etniler sayılan Çinliler, Tibetliler, Uygurlar, Moğollar ve Tunguzlar gibi millet bile olmadıkları ileri sürülen milliyetler tezi de tamamen çarpıtmadır.
Çinin kuzey bölgesi bütünüyle Türk, Moğol ve Tunguzların yönetiminde olmuş; hiçbir zaman Çinlileşmemiş bölgelerdir. Buradaki Çinlileşmenin varlığını silen bir olgu olarak Cengiz döneminde yapılan ırk kanunlarına göre Moğollar, Tatarlar, Türkler, Altınhanlılar, Kıtaylar birinci sınıf vatandaşlar olurken Çinliler daima köle ve dördüncü sınıf vatandaş olmuştur. Bu nedenle de Çinlileşmeye karşı tavır göstermiştir.
Örneğin çok tipik bildiğimiz saçların atkuyruğu yapıldığı Çinli resmi aslında Çinli değil Mançudur ve Tunguzdur. Yani Gürcenlerin kolu olan Kıtaylar, Çin Hanedanı ve daha sonra Munçular bu bölgede egemen olan gruplardır. Bunların saçlarını örmesi Çinli kıyafeti değil tam tersi kuzeyli bozkır kıyafetidir.
TARİHÎ TÜRK YURTLARI
Ne Zaman Nerelere Gittik?
Nerede yaşıyorduk? Yeryüzünün nerelerine, ne zaman dağıldık? (Harita:1) Bunların hangilerinde, neleri ihmâl ettiğimiz için kaybolduk? Hangilerinde nelere dikkat ettiğimiz için hâlâ varız?
Bu sorulara cevap bulmak için, şimdi tarih vadisine giriyoruz. Fazla derinine dalmadan yamacından şöyle bir geçeceğiz. Bunların, Avrupa Türklüğü ile mukayesesi ise okuyucuya kalıyor. (Tarihî hadiseleri incelerken ana kaynak olarak Yılmaz Öztuna'yı alıyorum.)
Milletimizin gelip kaldığı ve geldiği halde kalamadığı yerler vardır. Şimdi, Anayurt Uluğ Türkistan (Orta Asya) bozkırlarını hüzünle terk edip, kalabilenimizle ve kalamayanımızla millî göç maceramıza bakalım:
A) ÇİN
Çin gelip kalamadığımız yerlerdendir. Gelenlerimizi ve kalamayış sebeplerini kısaca anlatalım:
1. Çular
Çin tarihi MÖ 1450 yılında Şang Hanedanı ile başlar. Dört asır sonra idareyi Türk asıllı Çu Hanedanı alır ve MÖ 247 senesine kadar sekiz asır Çin'i idare eder. Asıl Çin medeniyetinin temeli işte bu hanedan zamanında atılmıştır; bu sebeple de, içerisinde bol miktarda Türk kültür unsuru bulunmaktadır. Meselâ Çular zamanında yaşamış olan meşhur Konfiçyüs'ün (öl: MÖ 480) fikirleri üzerinde Türk kültürünün tesiri pek büyük olmuştur. (İ. Kafesoğlu, Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri)
Bu gün Çinlilerin kullandığı 12 hayvanlı takvim bile Türklerden alınmıştır.
2. Çiler
479-502 yılları arasında güney, 550-577 yılları arasında kuzey imparatorluğu olmak üzere, toplam yarım asır, yine bir Türk hanedanı olan Çiler Çin'de idareyi ellerinde tutmuştur. İmparatorluk tahtını kaybettikten sonra da ülkenin çeşitli yerlerinde hanlıklar kurmuşlardır.
3. Tabgaçlar
Hunlardan sonra Büyük Türk Hakanlığı tahtında da 178 yıl oturmuş bulunan Tabgaçlar (Tobalar)'ın, 386-534 arasında kuzey, 534-556 yılları arasında da batı kesiminde olmak üzere, 170 sene Çin'de saltanatları vardır.
4. Çöller (Şatolar)
923-950 arasında 27 yıl Çin İmparatorluk tahtında oturan dördüncü Türk hanedanıdır. Bunlar Göktürklerin bir koludur. Cengiz Han'ın mensup olduğu Kıyat boyu Şato hanedanından inmiştir. (Kaybolma mevzuumuza ışık tutacağı için belirtmekte fayda var: Kıyat ailesi, Çin'den Moğolistan'a gitmiş ve Moğol nüfusu içerisinde azınlıkta kaldığından kısmen Moğollaşmıştır.)
5. Hsi-Hsialar
1038-1227 arasında 189 yıl Çin tahtında oturan Hsi-Hsialar da, Tibetlileşmiş bir Türk sülalesidir.
6. Cengizoğulları
Cengiz Han 1214'de Çin'i fethetti. Sonra tahtına oğulları ve torunları oturdu. Cengizlilerin Çin kolunun en büyük hükümdarı Kubilay Kağan (1259-1294) 'dır. Bu sülale, her geçen gün kuvvetten düşerek, 1368 yılına kadar Çin'i idare etti. İhtişamları, şöhretleri, güçleri dünyanın gözünü kamaştırıyordu. Buna rağmen Çin Türkleşmedi, Cengizoğulları Çinlileştiler.
44 milyon kilometre kare ile, bütün zamanların en büyük ve en muhteşem imparatorluğunun (Harita: 2), gövdesi Çinlileşirken, diğer üç parçası, İlhanlı, Çağatay, Altın Ordu kısa zamanda Müslümanlığı kabul etti ve Moğol unsurlardan arınarak tamamen Türkleşti.
Cengizoğulları misâli ibretlidir: Fetihler yaparak, zaferle girdikleri, hükmettikleri yerlerde erimişlerdir. Bu hususta mevzuumuzla alâkalı olarak Zeki Velidî Togan’dan bir değerlendirme alalım:
“Eskiden Çin’de hükûmet süren Türk sülâleleri hep milliyetlerini kaybetmişlerdi. Bunlardan Topa sülâlesinin hükümdarları kendi tebaaları olan Türkleri zorla Çinlileştirmiş ve Türkçe konuşmalarını ölüm cezasıyla men etmişlerdi. Çin’deki Cengizoğullarının istediği ise, bu vaziyetin tam zıddı idi: Gerek Kubilay Kağan ve oğlu Temur Kağan, gerekse beyleri, kendilerinden önce Çin’e gelerek kaybolup giden bozkır kavimlerinin âkıbetine maruz kalmamak için kendi milliyetlerini muhafaza eylemek kararını vermişlerdi ve bu hususta müttefik idiler. Çinli kadınlarla evlenmeği beğenmezler ve bunlardan doğan çocukları için miras hakkı tanımazlardı.” Yazının devamında, kendilerinin medeniyetçe Çin’den aşağı oldukları için, almaya çalıştıkları tedbirlerin bir netice vermediği, erimenin önünü alamadıkları ve bocalamalarla geçen bir asırlık hayatları sonunda ülkeyi terk etmek zorunda kaldıkları anlatılıyor. (Z. Velidî Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, Sf: 136)
DEĞERLENDİRME
Türklerin Çin hâkimiyeti, hanlıklar hariç, 1213 seneyi bulmaktadır.
Teşkilatçılıkları ve kültürleri ile Çin'e çok şey vermiş olan bu insanlardan geriye bir şey kalmadı. Türk kültürü, Çin kültürünün gelişmesine katkıda bulunmuş, ancak müstakil bir Türk kültürü teşekkül edememiştir. Çünkü Türk ve Çin milletleri çok farklı kültür değerlerine sahiptir. Çin'inki ziraat kültürü; Türklerinki hayvancılığa dayalı Bozkır Kültürü... En mühim unsur da nüfus: Çin çok kalabalık, Türkler idareyi ellerinde bulundurmuş olsalar bile her zaman azınlıkta kalmışlardır.
Milletimiz daha sonraki yıllarda bu nüfus gerçeğinin farkına varmış ve ona göre hareket etmesini bilmiştir. Buna bir göz atalım:
MÖ 200 yılında Mete Han'ın, Paiteng dağında Çin imparatorunu, tekmil askeri ile esir alacağı sırada ulu hatunu ona şöyle demiştir:
"...Şimdi, Çin topakları senin eline geçmiş gibidir. Ancak orayı alsan bile idare edemezsin. Ey Hakan iyi düşün, ona göre yap!" (B. Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, Sayfa: 407)
Mete Han'dan sonra Hun tahtına oturan büyük oğlu Kiyok zamanında Türkler, Çin elbiselerine ve yemeklerine merak sarmışlardı. Hakanın yanında Türk asıllı Çinli bir vezir vardı. O, bunun yanlışlığını, sebepleri ile hakana anlattı. Vezirin öğütleri mevzuumuzu iyice aydınlatıyor. Kültür tarihimiz açısından da çok önemli olan bu vesikayı, Bahaeddin Ögel'in, Türk Kültürünün Gelişme Çağları (Sayfa: 72) adlı büyük ve kıymetli eserinden aktarıyorum:
"Hunların bütün halkını toplasanız, Çin'deki bir ilin nüfusu kadar bile tutmaz; Çin daha güçlü sayılır. Ayrıca onların yiyecekleri ve elbiseleri de ayrıdır. Bu sebeple, Çin'de yetişen ve yapılan bu gibi mallara bağlanmak, doğru değildir. Şimdi siz, Hun hakanı efendimiz, âdetlerinizi değiştirip, Çin'de bulunan mallara sahip olmak isterseniz, Çin mallarının hiç olmazsa beşte birini satın almak zorunda kalacaksınız. Böylece Hun halkının hepsi, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için Çin'e bakacak ve onun tesiri altına girecektir.
Çin ipeklilerini alsanız bile, siz Hunlar çalılar ve dikenler arasında, hep at üstünde dolaşmaktasınız. Giyecekleriniz ve pantolonlarınız az zamanda, çalılar arasında yırtılmış olacaktır. Elbette ki, ipekli elbiseler, şimdiye kadar giydiğiniz yün ve keçe elbiseleriniz kadar mükemmel ve sizin hayatınıza elverişli olamaz.
Yiyecek meselesine gelince: Çin yiyeceklerini elde etseniz bile, onlar da az zamanda tükenip gidecekler, veyahut da yemeyip atacaksınız. Bu da bize gösteriyor ki, Çin yemekleri, sizin kımız ve yoğurtlarınız kadar lezzetli ve size uygun yiyecekler değildirler."
Alimimizin, bu vesikadan sonra yaptığı değerlendirmeyi de alıp, doğru iz üzerinde bulunduğumun yeni bir delili olarak sunmak istiyorum:
"Bilmiyoruz, yukarıdaki öğütleri daha fazla açıklamağa bir gerek var mı? Bu sözler o kadar açık ve geçerlidir ki, biz bile bu gün aynı pıroblemler ile karşı karşıya bulunuyoruz. Amerikan (Avrupa'yı da katmak lâzım) pazarlarının bugünkü Türkiye'mizde günden güne çoğalmalarının sebepleri de, 2200 yıl önce söylenmiş olan bu sözlerin içinde yatmaktadır."
Çin'in özelliklerini Göktürkler de iyi biliyor ve milletini, o tehlikeye karşı koruyordu. Yukarıdaki sözlerden dokuz asır sonra dikilen Orhun Abideleri'nde Bilge Kağan şöyle diyor:
"Çin milletinin sözü tatlı, ipeği yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp, uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş.
Türk milleti, güneye (Çin toprakları kastediliyor) konayım dersen öleceksin! Ötüken'de oturup kervan, kafile gönderirsen hiç bir sıkıntın yoktur. Ben bu yerde oturup Çin milleti ile anlaştım. Altını, gümüşü, ipeği, ipekliyi sıkıntısız öylece veriyor."
Demek ki, sadece maddî güç ayakta kalmaya yetmiyor. Selçukluların, fetihlerden hemen sonra Nizamiye Medreseleri'ni açması, Osmanlıların, "ardına çil çil kubbeler serpmesi" bu bakımdan çok mânâlıdır. Önemli olan almak değil, kalmak; onun da yolu, kültür değerleri üzerinde müesseseleşmekten geçer. Çünkü, "ot, kökü üstüne büyür."
Verdiğimiz ve vereceğimiz misâllerden, fetihlerin küçümsendiği, milletimizin, başka milletleri idare etmesinden gurur duyulmadığı gibi bir sonuç çıkartılmasın! Günümüzde, kaybolmaya yüz tutmuş milyonların derdini içimde duyduğum, "toz kanatlı kelebekliğime bakmayıp, minicik gövdeme Kafdağı'nı yüklediğim" ve altında ezildiğim için tarihi yardıma çağırıyorum. Misâller onun içindir; aklımızı başımıza getirsin diyedir. Yoksa, ecdada dil uzatmak ne haddime ve kimin haddine? Onlar büyüktür. Kaybolanı ile de, kalanı ile de iftihar kaynağımızdır; hazinemizdir. İbrahim Hakkı Hazretleri, "Defineye mâlik virâneler var." diyor. İşte bizler o virâneleriz; daha doğrusu o divâneleriz; hazinenin üzerine oturmuş, ne çıkartmasını biliyor, ne de çıkartmak isteyenlere fırsat veriyoruz. Bu gaflet devam ederse, bir kaç nesil sonra, definenin yeri de belirsizleşecek diye korkuyorum.
B) HİNDİSTAN
Hindistan bahsini, Çin bahsine de ek olacak şekilde, ana kaynağımızdan bir değerlendirme ile başlatalım:
"Çin'deki Türk hanedanlarının, çok eski, köklü ve muhafazakâr, hatta mutaassıp bir medeniyete sahip Çin gibi bir ülkede, saltanat sürebilmek için, derhal Çinlileştiklerini, Türklükle kan rabıtasından başka hiç bir alâkalarının kalmadığını burada tekrar etmek faydalıdır. Hindistan'daki Türkler ise böyle değildir. Onlar hiç bir şekilde Hindulaşmamışlar ve Türklüklerini, Türk kültürünü korumuşlardır. Bunun sebebi, Müslüman olmaları ve Müslüman dininden başka bir dine ve dolayısı ile kültüre geçilmesine imkân vermeyecek derecede yüksek bir seviyeyi haiz olması, bir de her yıl muntazaman kuzeyden, Türkistan'dan yeni ve taze Türk unsurları getirterek beslenmesidir." (Y. Öztuna, B. Türkiye Tarihi
Ellerine sağlık Ağam
YanıtlaSil