9 Haziran 2016 Perşembe

RÖNESANS VE BAROK ARASINDA KALAN SANAT ANLAYIŞI : MANİYERİZM


Maniyerizm deyimi ilk olarak Alman Sanat tarihçileri tarafından Rönesans ile Barok arasında gelen sanatçıların eserleri için kullanılmıştır.Daha doğrusu Geç Rönesans ile Barok üslup arasında bir geçiş üslubu olarak da kabul edilmektedir.Osmanlıcada da “tasannuculuk” sözcüğüyle karşılanan terim “yapmacıklı üslup” anlamına gelmektedir.Maniyerizm saray çevrelerinde çok tutulan “incelik ve zerafet” sanatıdır;değişik zevklere,paradokslara düşkündür.Yapmacıklığa,bazen aşırılığa hatta acaipliğe kaçar.Ressamlar biçimleri uzatırlar;dördül şekillere,ışığa,garip konulara eğilim gösterirler.Bir sıkkınlık,tedirginlik havası yaratırlar. Başlangıçta klasik üslup olarak görünse de klasik anlayışını bilinçli olarak bozmuşlardır. Maniyerizmin en önemli niteliklerinden biri yenilik arayışı ve benzerlikten uzaklaşmayı sağlamaktır. Maniyerizm bir son dönem Rönesans üslubuydu;üzerinde temellendiği bütün inançların klasik çağ otoritelerinden seçme mecazlarla desteklenebilmesi önemli bir noktaydı.Fakat klasik çağdan kalan eserler yeni bir anlayışla inceleniyor,kural dışı biçimler ,karmaşıklık,güzellik unsurları özellikle öne çıkarılıyordu.Vasari’den başlayıp Bronzino,Daniele da Volterra,Francesco Salviati’den geçerek Bassano diye anılan Jacopo da Ponte’ye kadar uzanan sanatçılar,aristokratlara seslenen,amaçları açısından daha az kaygı verici,ama ilk döneminkinden daha çok soğuk,ayrıca doğallıktan uzak,yapmacıklı bir özenticiliğin oluşmasına katkıda bulundular.
Maniyerizmin en belirgin özellikleri küçük başlı, çok hareketli, el ve ayakların ne yaptığı belli olmayan, yüz ifadelerinden rol yaptığı sanılan figürler resmetmektir. Sanki havada uçuyorlarmış gibi görünürler.Dikkat çekici diğer özellikte insan içi üzüntülerin ve huzursuzluklarının çok fazla yansıtılmasıdır. Bu da iç karartıcı, soğuk ve resim ne kadar renkli olsa da renksiz bir yorum yapılmasına neden olur. Bu akımın temsilcileri olan Pontormo,Bronzino,Parmigianino,Tintoretto,El Greco Barok sanatının da önemli temsilcileri sayılırlar.
Rönesanstan Baroka geçişte bir ara dönem olan Maniyerizm; mimari, resim ve heykelde görülen her tür sanatsal kuralları yadsır. Rönesans Döneminin ölçü ve simetri anlayışına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.İtalyan sanatının 1520 ile 1590 yılları arasındaki dönemidir. Doğduğu yer İtalya’nın merkezi Floransa’dır. Bugün Maniyerizm sözcüğünü yaklaşık 1520-1600 arasında özellikle İtalya’daki sanatsal değişimleri tanımlama için kullanıyoruz. Bu tanımın kökeninde Vasari’nin (1511-1574) kullandığı ve bu dönemde üretilmiş yapıtların biçimsel niteliklerini vurgulayan “Maniera” sözcüğü yatmaktadır. Bu dönemin yapıtları sanat tarihinde önceleri klasik karşıtı, kötü, başarısız kopyalar olarak nitelenmiştir. Sözcük 1920’lerde de yüksek Rönesans ile Barok üslup arasındaki ayrımı belirtmek için kullanılmıştır. Oysa günümüzde Maniyerizm’in, 16. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren çeşitli sosyal hareketlerin de desteklediği özgün bir üslup olduğu kabul edilmektedir.
Maniyerist üslubun en çok kullanıldığı iki sanatsal alan vardır. Bunlar resim ve mimari alanlarıdır. Resim alanında bu üslup adeta çığır açmıştır. Anlamı her ne kadar sahtecilik, yapamacık olsa da 3 büyük sanatçısı bu anlamı değiştirmeyi başarmıştır. Leonardo, Michelangelo, Rafaello...3 büyük ressam. Yorumlarını mimari üzerine de kullanmışlardır. Tabii şüphesiz maniyerist bir üslupla yorumlamışlardır. Maniyerist üslubun tipik özellikleri, mimari alanında açık bir biçimde görülebilir. Maniyerizm akımının ilk defa ortaya koyan en önemli eserlerin başında büyük heykeltıraş, ressam, şair ve mimar michelangelo’nun yapmış olduğu ‘’Laurenziano Kütüphanesi’’ gelir. Akademik şekilciliğin dışına çıkan, göz alıcı kişisel üslubu ile, Rönesans ötesi bir harekette bulunmuştur. İçinde 10.000 kadar yazma eserin saklandığı bu kütüphanenin duvarlarının el alınışı Michelangelo’ya bazılarınca ‘’Baroğun Babası’’ ünvanını kazandırmıştır. Dar, yüksek bir koridor gibi olan iç mekanın yanında, bu kütüphaneyi ünlü yapan tarafı giriş ve merdivenleridir. Michelangelo ‘nun kişisel görüşlerini en çok ve en iyi aksettiren bu mimari eserindeki oldukça dar bir köşeye sıkıştırılan girişin duvarlarını çift sütunlar, kör pencereler ve nişler süsler. Çifte sütunlar genellikle olduğu gibi, duvarın önünde durmazlar, tam tersine duvarlara gömülmüşlerdir. Terminolojik olarak sütunce denir. Pencerelerin üzerinde yuvarlak ve üçgen alınlıklar vardır. Kapının üzerindeki üçgen alınlık alttan kırılmış ve kırık uçlar birer kulak şeklinde içeri doğru kıvrılmışlardır. Pencerelerin üzerindeki nişleri ve kapıyı çevreleyen çerçevelerde hiçbir sebep yokkan üst kısımlarından dışarı değil içeri doğru çökmüşlerdir. Klasik formların bilinçli bir şekilde değiştirildiği oda şeklindeki bu girişin bir köşesine adeta zorlukla sıkıştırılmış gibi merdivenler bulunur. Orta kısmında basamakların yuvarlak olduğu üç bölümlü merdivenin korkuluklarındaki kırık hatlarda diğer bütün elemanlarda ve bunların bir araya gelişinde, rönesans’ın dengeli düzeninin dışına çıkışın bir başka görüntüsünü teşkil eder. Böylece duvarların ek yerlerindeki her eleman kendisini ayrı bir varlık şeklinde orataya koyar ve bunun sonucunda da duvar, organik bir bütün olarak görülmeyip, her elemanın bağımsızlığını koruduğu kısımların bir araya gelişi şeklinde kendini gösterir. Fakat bütün bunlara rağmen yapının tüm olarak bıraktığı izlenim, mantık dışı bir araya gelişler, karışıklık ve gerginliğin yarattığı aşırı bir çeşit birliğin varlığıdır.
Daha rönesans döneminde sanatçılar, kentsel planlama konusunda araştırmalar yapmışlardır. Raphaello da roma’da birçok kazıya katılmış, kentin ilkçağdaki düzeneme anlayışıyla yeniden ele alınması konusunda çalışmalar yapmıştır. Palazzo del Te, Maniyerist mimarinin tipik örneklerinden biridir. İlkçağın mimari formları, bu yapıda oldukça yaygın bir biçimde kullanılmıştır. Cephedeki alınlık, üçlü giriş, Dor düzenindeki sütunlar Rönesans mimarisinin de kullanmış olduğu formlardır. Ama bu formlardan bazılarının mimari bir işlevi yoktur. Yapıda, duvara bitiştirilen bir takım formlar, süsleyici bir üst tabaka niteliği taşırlar. Rönesans saraylarındaki sağlam, kesme taş duvar düzeni de ilkçağ formlarının arkaasında adeta bir fon oluşturmaktadır. Palazzo del Te bu nitelikleriyle maniyerist mimarinin ilk örneklerinden biridir(1526 dolayları).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder