31 Ekim 2015 Cumartesi

TÜRKLER'İN KUTSAL TAŞI YADA



Çok eski devirlerden kalan yaygın bir inanca göre: 
"Türkler 'in atalarına göklerden gelen sihirli bir taş armağan edilmiştir. Bu taş her devirde K ve büyük Türk komutanlarının ellerinde bulunmuştur." Ve yine bu inanca göre günümüzde hâlâ bu taşın önde gelen Şamanların ellerinde bulunduğu iddia edilmektedir. 
Bu anlatılanların sadece bir inançtan ya da söylentiden ibaret olmadığını binlerce yıl öncesine ait eski Çin Tarihi Kayıtları da teyit etmektedir. Eski Türklerin de elinde bu tür bir taşın (YA DA TAŞI) bulunduğuna dair çok sayıda tarihi kayıt vardır. Çin Kaynakları tarafından tutulan bu kayıtlarda, Türklerin bu taş vasıtasıyla istedikleri zaman yağmur veya kar yağdırabildikleri uzun uzun anlatılmaktadır. 
Evliya Çelebi Kafkasya yollarında seyahat ederken (1641), bir yerli büyücünün (KAM) galip efsunlarla bulutları gökte toplayıp sağanak boşandırdığını anlatmıştır. 
Yine Şerefeddin Yaltkaya, Nuh Peygamber ile kavmi arasındaki konuşmadan bahseder. Yaltkaya, Kuran-ı Kerim den Nuh Suresi'nin 10-11. ayetlerini yağmur yağdırabileceğine delil olarak göstermektedir. Bu ayet şöyledir: ”Dedim ki: Rabbimizden bağışlanma dileyin; çünkü O bağışlayandır. Gökten üzerimize yağmur gönderir. “ 
Yakup el-Hamavi’nin eserinde Ahmet es-Samani; Türk Kavmi Naymanlar’ın Cengiz Han’a karşı yapılan savaşta bu taşı kullandıklarını belirtmiştir. 
Fuat Köprülü, Mahmut b. Mansur un eserine dayanarak, yağmur taşı için, ”Kolayca ufalanabilir, büyük bir kuş yumurtası kadar olup 3 türlüdür: Kırmızı beneklerle dolu beyaz toz renginde, beyaz temiz ve koyu kırmızı yahut muhtelif renklerde. Şekli hakkında muhtelif fikirler vardır” demektedir. 
YA DA TAŞI ile nasıl yağmur yağdırıldığı hususunda da çeşitli rivayetler vardır. Bazılarının bu taşı yüksekten alçağa doğru akan suyun içine konulduğunu, bazıları da bunun kullanılışını yalnız Türkler'in bildiğini, bunu kimseye söylemeyip sır tutuklarını, kimseye öğretmediklerini söylemektedir. 
YA DA TAŞI TÜRKLERE NASIL GELMİŞTİR? 
Bununla ilgili çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Az önce göklerden geldiği yazılmıştı. Şimdi ise Peygamberler tarafından verildiği ile ilgili yazılara bir bakalım: 
İlk görüş: Nuh Peygamber YA DA TAŞI’nı oğlu Yafes’e vererek Orta Asya’ya göndermiştir. 
"Efendiler bu insanlık dünyasında en az yüz milyonu aşkın nüfustan oluşan büyük bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında da bir derinliği vardır. Efendiler bu derinliği isterseniz ölçelim: Birinci ölçek tarih öncesi devirlere ilişkin ölçektir. Bu ölçeğe göre Türk milletinin kökünün dayandığı Türk adındaki insan, insanlığın ikinci babası Nuh Aleyhisselamın oğlu Yafes'in oğlu olan kişidir. Tarih döneminin belge tedarikinde pek hoşgörülü olan ilk evrelerine biz de hoşgörü gösterelim, fakat en açık ve kesin ve en maddi tarih kalıntılarına dayanarak söyleyebiliriz ki Türkler, on beş yüzyıl önce Asya'nın göbeğinde muazzam devletler kurmuştur ve insanlığın her türlü yeteneği onda ortaya çıkmıştır." Mustafa Kemal Atatürk 
İslam yazarlarına göre Hz. Nuh, tufandan sonra oğlu Yafes'i Türk yurduna göndermeden önce ona YA DA TAŞI’nı oğluna vermiştir. Türklerin babası olarak kabul edilen Yafes, bu taşı Türklere vermiş, daha sonra bu taş Oğuz Hana geçmiştir. 
İkinci görüş: YA DA TAŞI Kantura’nın çocuklarıyla Türklere gelmiştir. 
Hazreti İbrahim'in Kantura isimli üçüncü hanımından da birkaç erkek evladı olmuştur. Bunları Vahdaniyeti tebliğ etmek için Horasan'a göndermek istediğinde çocuklar istememişler ve "Kardeşimiz İshak'ı kendi yanında bırakıyorsun, İsmail'i de kutlu bölge / Mekke'de bıraktın. Bizi neden çok uzaklara gönderiyorsun?" demişlerdir. Hazreti İbrahim de onlara gitmeleri gerektiğini izah ederek; "Kuraklığı çok olan bir beldeye gideceksiniz. Size öğreteceğim şu duayı sıkışınca okursanız inşallah yağmur yağacaktır" diyerek bir dua öğretmiştir. Çocuklar Horasan'a yerleştikten uzun bir süre sonra büyük bir kuraklıkla karşılaşmışlardır. Çaresiz kalan halkı görünce, öğrendikleri dua ve ellerindeki YA DA TAŞI ile birlikte yağmurun yağmasını sağlamışlardır. Bunun üzerine insanlar, bu işin ancak hanların işi olduğunu düşünmüş, bu çocukların ve soyundan gelenleri han olarak kabul etmişlerdir. Öyle ki, kanlarının yere düşmesini bile bir felaket olarak görmüşlerdir. Bu adet daha sonra han sülalesinden idam edilmesi gerekenlerin kılıçla değil yay kirişi ile boğmak usulünün doğmasına neden olmuştur. Göktürk devlet geleneğini takip eden Selçuklu ve Osmanlıda da aynen devam etmiştir. 
YA DA TAŞI ve UYGURLARIN GÖÇ DESTANI 
Göç Destanının bir bölümüne şöyle bir göz atalım. Ne anlatıyordu Göç Destanı???
“Yulug Tigin isimli bir prens hükümdar oldu. Çinlilerle çok savaştı. Bu savaşlara son vermek için oğlu Gali Tigini bir Çin prensesi ile evlendirmeye karar verdi. Çinliler, prensese karşılık hükümdardan Tanrı dağının eteğindeki “Kutlu Dağ” adını taşıyan dağı istediler. Gali Tigin dağı verdi. Çinliler dağı götürmek için dağın etrafında ateş yaktılar, dağ kızınca üzerine sirke döktüler. Ufak parçalara ayrılan dağı arabalara koyarak Çin'e taşıdılar. Memleketteki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dilleriyle bu dağın gidişine ağladılar. Bundan yedi gün sonra da Gali Tigin öldü. Kıtlık ve kuraklık oldu. Yurtlarını bırakarak göç etmek zorunda kaldılar. Artık kuşlar bile uçarken "Göç Göç" diye ötüyorlardı.”
YA DA TAŞI ise Böğü Tekin efsanesine göre, gökten inen altın ışıktan meydana geldiğini gelmiştir. Bu efsaneye göre, bu altın ışık Kutlu Dağ'ı oluşturmuştur. Kutlu Dağ, yeşim taşından bir kayadır ki, Türkler in elinde bulundukça Türk hakanlığı dünyaya hâkim kalmıştır.
Kutlu Dağ’ın gerçekte bir dağ olmadığını yukarıdaki bilgiye dayanarak rahatlıkla söyleyebiliriz. Peki gidişiyle kuraklığın sebebi olan ve insanları göçe zorlayan bu Kutlu Dağ’ın YA DA TAŞI olduğunu söyleyebilir miyiz??? 
BİRAZ KOMPLO TEORİLERİ EKLEYELİM
YA DA TAŞI’nın dünya dışı bir teknoloji olduğunu düşünerek bağlayalım komplo teorilerine. :) Bu taşın şamanlar aracılığıyla önce Çinlilere sonra Ruslara geçtiği söylenmektedir. 
1768-1774 Osmanlı Rus savaşları 
Rusların bu taşı, 1768-1774 Osmanlı Rus savaşlarında kullandığı söylenmektedir. Rus ordusunun dörtte birini oluşturan gayrimüslim Kalmuk Türkleri tarafından, Müslüman Osmanlı Türklerine karşı silahın kullanılması sonucu perişan olan Osmanlı Ordusu, pek büyük kayıplar vermiş ve Karadeniz’in kuzeyindeki bütün toprakları terk ederek, Tuna Nehri nin beri yakasına kadar çekilmek zorunda kalmıştır. Bu savaşta çokça yağmur yağmış ve tarihi kaynaklar Rusların bu yağmur yağdırma tekniğine sahip olduğunu belirtmiştir. Aynı savaşlar esnasında Sadaret’in sunduğu arzlardan birinde ”Prut Nehri dahi Han Tepesi tarafından sahraya taşıp, geçit olan bir iki mahalle Moskovlu kafiri top ve piyadeler vaz etmekte…”ifadesinden, benzer bir tertibin varlığı hissedilmektedir. 
HİTLER’İN ORDULARINI YENEN HAVA KOŞULLARI 
Hiç bir askeri eğitim almamasına karşın yaptığı savaşların hiçbirini kaybetmeyen, dünyanın en güçlü ordularından kabul edilen Trocky'nin Kızıl Ordusunu defalarca bozguna uğratan, Londra Hava Sahasını 45 günlüğüne eline alan ve Fransa’yı bir günde işgal eden Hitler’in Moskova Seferindeki hava şartlarını düşünemeyecek kadar aptal olması mantıklı mı??? 
Hitler'in güçlü orduları Moskova'yı kuşattığında Ruslara hava koşulları yardım etmiş ve Hitler için sonun başlangıcı burada başlamıştır… 
SONUÇ: 
Gerçekte bir taş var mıydı_ Varsa gerçekten bir taş mıydı yoksa bir teknolojik aygıt mıydı? Şu anda bu taş birilerinin elinde olabilir mi? Doğal felaketlerin sebebi yoksa YA DA TAŞI mı? 
Bu soruların cevaplarını bilemeyiz belki ama bildiğimiz şey YA DA TAŞI'nın Türk Mitolojisinde çok önemli bir yere sahip olduğudur. 
Bu çalışma bir çok kaynaktan derlenmiştir... 

Arkeoloji Tarih ve Sanat: Sıfır meridyeni Londra'dan değil İstanbul'dan geçi...

Arkeoloji Tarih ve Sanat: Sıfır meridyeni Londra'dan değil İstanbul'dan geçi...: Sıfır meridyeni Londra'dan değil İstanbul'dan geçiyor Bugün bütün dünya ile birlikte biz de saatlerimizi  sıfır meridyenin...

Sıfır meridyeni Londra'dan değil İstanbul'dan geçiyor

Sıfır meridyeni Londra'dan değil İstanbul'dan geçiyor

Bugün bütün dünya ile birlikte biz de saatlerimizi 

sıfır meridyeninin geçtiğine inanılan İngiltere’deki Greenwich’e göre ayarlıyoruz. Ama henüz 130 yıl öncesine kadar sıfır meridyeni İstanbul’dan geçiyor ve hem zamanın hem de dünyanın merkezi İstanbul sayılıyordu. Bu gerçeği Osmanlı arşivlerinden çıkardığı haritalarla ispatlayan astronom Yakup Emre, “Arşivlerimizdeki belgeler tarihi yeniden yazdırır” diyor.



Sadece Osmanlı İmparatorluğu’na değil  Doğu Roma  İmparatorluklarına da başkentlik yapmış olan İstanbul, daha 130 yıl öncesine kadar dünyanın merkezi olarak kabul ediliyordu. Sıfır meridyeninin geçtiği İstanbul, aynı zamanda dünyanın Doğu ve Batı diye ikiye ayrılan merkeziydi de. Doğu ve Batı Roma tanımları bile İstanbul merkeze alınarak söylenebiliyordu. Haritalar buna göre yapılır, saatler İstanbul’a göre ayarlanırdı. Genç araştırmacı astronom Yakup Emre’nin ilk kez bir makalesiyle gündeme getirdiği konu üzerine geçtiğimiz hafta Aydın Üniversitesi’nde düzenlenen Sıfır Meridyen Çalıştayı, 130 yıl önce İngilizler tarafından çalınan milyon taşını ve sıfır noktası unvanını Greenwich’ten geri almak için harekete geçti. Çalıştay sonunda açıklama yapan Prof. Dr. Saim Yeprem, konunun daha geniş tartışılabilmesi için önümüzdeki yıl uluslararası bir meridyen kongresi düzenleyeceklerini açıkladı.  
DÜNYANIN MERKEZİYDİ
Çalıştayın oturum başkanlığını yapan İlber Ortaylı’ya göre Doğu Roma İmparatorluğu döneminde dünyanın merkezi olarak Yerebatan Sarnıcı’nın önündeki ‘milyon taşı’ bütün dünyanın başlangıç ve merkez noktası olarak kabul ediliyordu. Ta ki 1800’lü yılların sonuna kadar… Ortaylı’ya göre Greenwich’in sıfır noktası olarak kabul edilmesi, Britanya İmparatorluğu’nun tezahürü olarak anlaşılmış. Bizde başlayan tartışmanın izinden giderek, dünyanın merkezi olan ‘milyon taşı’nın ve Ayasofya’nın hilalinden geçtiğine inanılan sıfır boylamının hikâyesi ‘aslında neydi’ diye sorduk. Sıfır meridyenini ilk kez gündeme getiren Yakup Emre’nin yanı sıra Siyaset Bilimci Yalçın Koçak, Araştırmacı Yazar Celal Tahir ve Tarihçi Yazar Orhan Sakin’le İstanbul’u dünyanın merkezi yapan hususları ve meridyen tartışmasının arka planını konuştuk.
4. YÜZYILDA YERLEŞTİRİLDİ
Aslında hikâyenin sonu hepimiz için çok tanıdık. Biz hikâyenin başına odaklanalım. Roma İmparatoru I. Konstantin tarafından bugünkü Sultanahmet Meydanı’na 4. yüzyılda yerleştirildiği düşünülen –ki bugün hala orada duran- Milyon Taşı, İstanbul’u dünyanın merkezi olarak konumlandırmıştı. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde de şehir bu merkeziliğini korumuştur. Milyon Taşı (sıfır taşı) dünyayı Doğu ve Batı diye ikiye ayırırken, Coğrafya biliminde kullanılan boylamların ilki olan Sıfır Boylam da Ayasofya’nın hilalinden geçiyor diye kabul edilmişti. Zaman da buna göre belirlenmiş ve uzun yıllar pek çok ülke saatlerini İstanbul’a göre ayarlamışlardı. Ta ki 1884 yılına kadar. 
HERŞEY ONA GÖRE AYARLANIYOR
1884 yılında Washington’da Uluslararası Meridyen Kongresi adıyla bir toplantı düzenlenir. Yirmi dört ülkeden temsilcilerin katıldığı toplantıda Osmanlı’yı Ahmet Rüstem Efendi temsil eder. Osmanlı’nın ‘şerhli evet’iyle başlangıç meridyeni Greenwich’e taşınır. Tabi onunla birlikte zaman ve konumun belirlenmesi de. Zamanla tüm dünya Greenwich’i başlangıç meridyeni ve saati olarak kabul eder. Osmanlı, kendi sistemiyle birlikte ikili bir sistem devam ettirir. Cumhuriyet sonrası Takvim, saat ve ölçülerle ilgili yapılan kanunda Türkiye’de Greenwich’e göre ayarlar kendisini. Bunun ne önemi var diyenler için şunları bazı başlıklarını saymak yeterli olacaktır: Haritalar buna göre çiziliyor, saatler buna göre ayarlanıyor, yön tayini buna göre yapılıyor. Bugün hava ve deniz trafiğinin yanı sıra tüm dünya borsalarının açılış kapanış saatleri bile buna göre ayarlanıyor. 
Arşivlerimizdeki belgeler tarihi yeniden yazdırır
Anlamak için en baştan başlayalım, meridyen ne demek, sıfır meridyen ne demek? 
Meridyen diğer adıyla tûl zaman hesaplarının, konum tespitinin yapılabilmesi için dünya üzerine çizdiğimiz hayali çizgilerdir. Bu çizgiler toplamda 360 adettir. Doğu Batı diye ayırılabilmesi için bir (0) meridyen icap etmektedir. Bu (0) meridyen Dünya’nın herhangi bir yerinden geçirilebilir. 
Peki, bu sıfır meridyeni dünyanın tam olarak neresinden geçiyor? 
Milattan sonra 2. yüzyılda yaşamış astronominin temel taşlarından İskenderiyeli Yunan astronom ve coğrafyacı Batlamyus El Macesti kitabında Kanarya Adalarını esas almıştır. Buranın alınmasının sebebinin, görebildikleri son kara parçasının Kanarya Adaları olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Kanarya Adaları günümüzde İspanya’ya bağlı özerk bir topluluktur. O zamanlar uluslararası bir saat sistemi olmadığından her millet bilimsel çalışmalarında, haritalarında başkentlerini mebde-i tûl (baş meridyen) kabul ediyorlardı. Osmanlı Devleti İstanbul’u, İngiltereliler Greenwich’i, Fransalılar Paris’i esas almıştır.
Bizde ilk ne zaman uygulanıyor? 
Müslüman astronomi âlimlerin temel taşlarından Timur Devleti’nin Hükümdarı Semerkant rasathanesinin kurucusu Uluğ Bey, Kamçatka’nın doğusundan geçen meridyeni başlangıç olarak esas almış. Günümüzde Rusya’nın en doğusunda, Japonya’nın kuzeyinde yer alan Kamçatka, aynı zamanda dünyanın da en doğusunda bulunuyor. Burası, Greenwich’e göre gün oluştuğunda ilk sabah vaktinin zuhur ettiği yer olarak da bilinmektedir. Osmanlı’da ise astronomi Fatih Sultan Mehmed Han’ın davetiyle Uluğ Bey’in öğrencisi Ali Kuşçu ile başlamaktadır.
Sıfır meridyeninin İstanbul üzerinden geçtiğini gösteren bir Osmanlı haritası buldunuz yakın zaman önce. Bununla ilgili başka bilgi, belge ve haritalardan söz edebiliyor muyuz?
Osmanlı vesikalarında arşivlerinde coğrafyacıların bununla alakalı birçok haritası mevcuttur. İstanbul Kütüphaneleri ve Osmanlı Arşivi malzemesi zengin mekânlardır. Buralar detaylı bir şekilde incelenmedi. Yedikıta dergisi olarak İstanbul’u gösteren haritayı ilk biz yayınladık. Bizim bulduğumuz İkinci Abdülhamid Han devrinde, şehzadelere Coğrafya dersi veren Mehmed Eşref Bey’in Coğrafya-i Umumi Atlası kitabındaki haritadır.  
NAMAZ İSTANBUL’A GÖRE KILINIYORDU
Başlangıç meridyeninin İstanbul olarak belirlenmesinin anlamı nedir? Bu bize ne sağlıyor? 
Osmanlı için halifeliğin bir nişanıdır. Bu yüzden Osmanlı’nın hâkim olduğu toprakları gösteren haritalarda baş meridyen olan Ayasofya Camii’nin kubbesinden geçen meridyene “Arz-ı Halife” veya “Arz-ı İstanbul” deniliyordu. Çünkü Halife-i Mü’minin İstanbul’dadır. Hâlen İstanbul’u esas alarak namazlarını kılan ülkeler mevcut. Mesela Afganistan’da bayram namazı vaktini İstanbul esas alarak kılıyorlar. Sebeb ise Halife-i Mü’minin ile aynı anda bayram namazını eda edelim düşüncesidir.
Greeenwich esas alındıktan sonra artık bütün hesaplar oraya göre yapılıyor. Dünya’nın düzenini saatini programını İngilizler ayarlıyor. Borsaların açılıp kapanması uçakların kalkış saatleri hep Greenwich’e göre ayarlanıyor.
ZAMANIMIZI BOZDULAR
Mehmet Eşref Bey’in hazırladığı coğrafya kitaplarında farklı yerlerden sıfır meridyenini geçiren haritalar olduğunu söylüyorsunuz. Bunlar ne anlama geliyor?
Evet, Mehmed Eşref Bey hazırladığı Coğrafya-i Umumi Atlası kitabının mukaddime kısmında şöyle ifade ediyor. Osmanlı’nın hâkim olduğu topraklarda Dersaadet’i (İstanbul’u) esas aldığını, Dünya haritalarında ise Paris veya Greenwich’i esas aldığını söylüyor. Mehmed Eşref Bey İkinci Abdülhamid Han devrinde Şehzadelere Coğrafya dersleri veren birisi. Washington’daki kongreden sonra dahi Greenwich’i kabul etmeyip Osmanlı’nın hâkim olduğu haritalarda hep İstanbul’u Ayasofya’nın kubbesini arz-ı halife dedikleri yeri kabul etmiştir.
1884’teki o kongreden sonra Osmanlı saat sistemindeki işleyiş nasıl oldu?
Osmanlı’da zaman kavramı şu şekildeydi; Gün başlangıcını akşam namazından itibaren başlatıyorlardı. Yani güneş battıktan sonra saatlerini 12.00 yapıyorlardı. Buna ezâni saat alaturka saat de denilmektedir. Kongreden sonra Osmanlı’da çift saat sistemi kullanıldı. Bunlardan birisi vasati saat bir diğer adıyla alafranga saat dediğimiz Greenwich esas alınarak kullanılan saattir. Bu ezâni saat uygulaması 1932 yılında çıkan Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik Kanunu’na kadar devam etmiştir. Ülke genelinde de tamamen Greenwich esas alınan saat sistemi kullanılmıştır. 
Yalçın Koçak - İstanbul Aydın Üniversitesi: Mekke’deki saat kulesi, İstanbul’a karşı bir hamle
Sadece tarihi bir meseleyi konuşmuyoruz, tehlikesi hala süren bir şeyi konuşuyoruz. Bunun üzerine gitmemiz gerekir. Biliyorsunuz Mekke yönetimi yaptıkları saat kulesiyle Mekke merkezli bir zaman uygulaması başlatmak istiyorlar. Biz İstanbul’un merkeziliğini unutunca İstanbul’un sıfır meridyeni Greenwich’e taşındı. Peki, İstanbul’un bir de zamanda sıfırı vardı, bunu da engellemeleri lazım. Mekke’deki saat kulesi bu yüzden ortaya çıkıyor. Ayasofya’nın hilalinin zaman misyonu, Mekke’de yapılmış olan Kraliyet Saat Kulesi’ne taşınmak isteniyor. İstanbul merkezli bir zaman uygulaması olmasın diye uydurulmuş bir şey bu. El Cezire saatini Kraliyet Saat Kulesi’ne bağladı bile. Çünkü İstanbul merkezli bir saat kurulmasın diye Mekke’nin dini bağlamını da istismar ederek bunu yapıyorlar. 
İNGİLİZLER MİLYON TAŞI’NI ÇALDILAR
İngilizler 1886’da Yerebatan Sarnıcı’nın girişi kapısı kısmındaki Milyon Taşı’nın yarısını kesip Greenwich’e götürdüler. Bu bir kültür meselesidir. Belki sıfır meridyeni yeniden İstanbul’dan başlatamayız ama mesele gelecek nesillerimizin işin doğrusunu öğrenmeleridir. 
Celal Tahir - Araştırmacı Yazar: Gün neden gece 12’de başlıyor sormalıyız
Zamanı ve mekânı tanımladığınız vakit, artık her şeyi tanımlayabilecek duruma geliyorsunuz. Burada iki şeye dikkat etmemiz lazım, mekân yeniden tanımlanırken İstanbul devre dışı bırakılıyor, Washington’da alınan kararla Londra merkez oluyor. Aynı yerde zamanın referans noktası da yeniden tanımlanıyor. Bunlarla ilgilenmiyoruz. Cumhuriyet’ten sonra takvim ve saat ölçülerinin değiştirilmesiyle biz bu yeni küresel değişikliklere intibak etmiş olduk. Meseleyi dar bir siyasal bağlamın dışında daha derin olarak kavramak zorundayız. Burada mesele zamanın yeniden tanımlanmasıdır. Bizim bazı soruları sormamız lazım. Milyon taşı neden İngiltere’ye götürüldü? Sıfır boylam niye oradan geçiyor? Zaman neden yeniden tanımlandı, yeni gün neden gece yarısı on ikide başlıyor? Bizim eski kültürümüzde böyle değildi, Tevrat’ta da böyle değildi, Hint geleneğinde de böyle değildir. Bizde gün, geceyle başlar. Perşembe bittiğinde Cuma’nın gecesi başlar. Kural budur. Bu soruyu cevaplayalım.
Orhan Sakin - Tarihçi Yazar: Amerikan ve İngiliz oyunu
19. yüzyılın sonlarına doğru ulaşım ve iletişim araçlarının gelişmesinin, zamanı daha önemli hale getirdiği bilinen bir husustur. Ulaşım ve iletişimin süratlenmesi, zamanı mahalli olmaktan da çıkarmış, globalleştirmişti. Nitekim 1860’lardan itibaren başlangıç meridyeni ve meridyen ölçümleri konusunda çalışmaların yoğunluk kazandığı, ulusal ve uluslararası toplantıların arttığı görülmektedir. Bu dönem aynı zamanda Batı’nın dünyanın üzerinde hâkimiyet ve üstünlük yarışına girdiği bir dönemdir. 1884 yılında Washington’da yapılan konferansta İngiliz tezinin kabul edilmesi, “Güneş batmayan imparatorluk” olarak da adlandırılan İngiltere’nin küresel gücüyle bağlantılı olduğu inkâr edilemez.